کارگر

کارگر

Bölge meseleleri uzmanı Seyyid Rıza Sadr Hüseyni, Türkiye yönetimi son yıllarda Filistin meselesinden siyasi çıkarları doğrultusunda yararlandığını belirtti.


 Korsan İsrail elebaşı İshak Herzog’un Türkiye ziyaretini değerlendiren Sadr Hüseyni, mevcut şartlarda bu konu gaspçi rejim İsrail’e bir nevi meşruiyet kazandırmaya yönelik olduğu anlaşıldığını, Türkiye’nin bu konuda rol ifa etmesi, İslam dünyasını sırtından vurmaya benzediğini belirtti.
Sadr Hüseyni, Türkiye yönetimi son yıllarda Filistin meselesinden siyasi çıkarları doğrultusunda yararlandığını, Herzog’un ziyareti ise Türkiye’nin Filistin ülküsüne verdiği desteğin sahtekarca bir hareket ve gerçekçi ihlastan uzak olduğunu ortaya koyduğunu ve bunu siyasi fırsatçılık şeklinde nitelemenin mümkün olduğunu vurguladı.

Hamas Herzog’un Türkiye ziyaretini talihsizlik niteledi
 Filistin İslami direniş hareketi Hamas, bebek katili İsrail rejiminin elebaşı İshak Herzog’un Arap ve İslam ülkelerin ziyaretinden kaygı duyduklarını ve bu durumu talihsizlik olarak değerlendirdiklerini açıkladı.

 Korsan İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un Türkiye ziyareti üzerine bir bildiri yayımlayan Hamas, siyonist Herzog’un bu ziyaretini talihsizlik niteledi.
Hamas bildiride, son günlerde korsan İsrail elebaşılarının bölgede bazı Arap ve İslam ülkelerine ziyaretlerini kaygı ile izlediklerini kaydetti.
Hamas bildiride, bu ülkelerden eli kanlı rejimin bölgeye nüfuz etmesi ve Müslüman milletlerin menfaatleri ile oynamasına müsaade etmemelerini istedi.
Bu bildiri, siyonist Herzog’un Türkiye’nin başkenti Ankara’ya gelmesi ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesinin ardından yayımlandı.

 

 İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, "İyi ve sürdürebilir bir anlaşmaya varmak için çabalar sürüyor. ABD tarafı, gerçekçi ve tutarlı davranırsa anlaşma sağlanabilir." dedi.
 

İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, sosyal medya hesabı üzerinden Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesini değerlendirdi.

Joseph Borrell ile verimli ve yapıcı bir görüşme gerçekleştirklerini anlatan Emir Abdullahiyan, İyi ve sürdürebilir bir anlaşmaya varmak için çabalar sürüyor. ABD tarafı, gerçekçi ve tutarlı davranırsa anlaşma sağlanabilir." dedi.

Emir Abdullahiyan, "Viyana görüşmelerinin sonucu tek taraflı bir yaklaşımla değil, ortak bir anlaşma ile belirlenir! Tarafların birlikte çaba gösterilmesi gerekiyor." diye konuştu.

İran Dışişleri Bakanı dün Josep Borrel ile telefon görüşmesinde, Viyana'daki nükleer müzakerelerde ABD'den gelen bazı yeni taleplerin mantıklı bir gerekçesi olmadığını ve bu ülkenin kısa sürede anlaşmaya varma yönündeki tutumuyla çeliştiğini ifade etti.

Viyana  Müzakereleri

İran'ın nükleer faaliyetleri konusundaki Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak adlandırılan anlaşmanın ilki, 2015 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 5 daimi üyesi (İngiltere, ABD, Çin, Fransa, Rusya) ile Almanya ve İran arasında imzalanmıştı.

Eski ABD Başkanı Donald Trump'ın 2018'de ülkesini tek taraflı olarak anlaşmadan çekmesinin ardından İran'a yönelik ekonomik yaptırımlar tekrar uygulamaya konulmuştu. Bunun üzerine Tahran yönetimi nükleer faaliyetlerine aşamalı olarak geri dönmüştü.

KOEP'in yürürlüğe konulmasına yönelik görüşmeler, Kasım 2021'de Avusturya'nın başkenti Viyana'da yeniden başlamıştı.

 

İran: ABD'den Yeni Talepler Geliyor
 
 İran Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamaya göre, Abdullahiyan ile Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell telefon görüşmesi gerçekleştirdi.
 

Görüşmede, Viyana'daki müzakerelerin kritik aşamaya geldiğini hatırlatan Borrell, "Bu aşamada ABD ve İran, daha fazla esneklik göstermeli ve zaman kısıtlamalarının üstesinden gelmeye çalışmalıdır." dedi.

Borrell, İran'ın müzakerelerde öne sürdüğü ekonomik garantilerle ilgili şartlarını desteklediklerini belirterek, "Anlaşmaya varılması için çabalarımızı sürdüreceğiz çünkü uzun bir yol kat ettik" ifadelerini kullandı.

İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan ise Borrell'in görüşmelerin ilerlemesi için ortaya koyduğu çabaları ve kaydedilen ilerlemeyi takdirle karşıladıklarını ancak iyi ve güçlü bir anlaşma için tarafların gerçekçi bakış açısına sahip olması gerektiğini vurguladı.

Buna karşılık müzakerelere dolaylı katılım sağlayan ABD'nin tutumunun anlaşmaya engel olduğuna işaret eden Abdullahiyan, şunları kaydetti:

"ABD'nin bazı yeni taleplerinin mantıklı bir gerekçesi yok ve bu durum ABD'nin hızlı bir anlaşma konusundaki tutumuyla çelişiyor. (Müzakerelerdeki) temel meseleler ve yaptırımların etkin bir şekilde kaldırılması gibi konular ABD tarafının aşırı taleplerinden etkilenmemelidir."

Abdullahiyan, İran Devrim Muhafızları Ordusu ve bazı üst düzey yetkililere yönelik yaptırımların kaldırılması talebine işaret ederek, "Ulusal kahramanlarımızla ilgili bazı konular pazarlık konusu değildir." değerlendirmesinde bulundu.

 İran Adalet Bakan Yardımcısı, silahlı çatışmalarda ailelerinden ayrılan çocuklar üzerindeki uzun vadeli olumsuz sonuçlarından ednişe duyduğunu belirtti.
 

49. İnsan hakları konseyi oturumunun 8. Gününde İran adalet bakan yardımcısı ve Çocuk Hakları Sözleşmesi Ulusal Mercii Sekreteri Fettah Ahmedi, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği'nin huzurunda düzenlenen çocuk ve aile birleşimi konulu yıllık toplantıya katıldı.

Fettah Ahmedi yaptığı konuşmada İran'ın başarıları ve girişimlerine değinerek, İnsan Hakları Yüksek Komiserliği'nin raporuna işaretle, çocukların gelişiminde ailenin önemine ve rolüne dikkat çekti; silahlı çatışmalarda ailelerinden ayrılan çocuklar için uzun vadeli olumsuz sonuçlarla ilgili endişelerini dile getirdi.

İran adalet bakan yardımcısı hş 1399 yılında çocukları ve ergenlere destek kanunun onaylanması, aile ilişkilerinin uyumuna ve ailedeki çocukların bakımına öncelik verilmesi, ayrıca İslam toplumunun temel taşı olarak ailenin genel politikaları, medeni kanun ve aileye destek yasası gibi İran İslam cumhuriyetinin girişimlerine değindi.

Toplantıda ayrıca bu tür çocukların, özellikle de silahlı çatışmalara karışan çocukların haklarının korunması için, çocukların aileye entegre edilmesi için ülkelerin sosyal ve kültürel koşullarına göre bir eylem planı oluşturulması önerisi hazırlanarak sunuldu.

 Rusya-Ukrayna savaşı batının çirkin yüzünü, iki yüzlülüğünü, namertliğini ve zulmünü yeniden açık bir şekilde ortaya koydu. Nasıl mı?


Başta ABD, İngiltere ve Fransa olmak üzere NATO yöneticileri askeri teçhizat göndererek, Rusya’ya karşı yanınızdayız diyerek ve hatta Ukrayna’yı NATO üyesi yapacağız söylemleri ile Ukrayna’yı Rusya’ya karşı tahrik edip Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasına neden oldular. Elbette bu sürece bir anda gelinmedi. NATO kurulduğu günden beri sürekli doğuya doğru genişleyip, Balkan ülkelerini üye yaparak çeşitli ülkelerde askeri üsler kurarak Rusya’yı kıskaca aldı. Son genişlemesi ise Ukrayna üzerinde oldu. Böylece Ukrayna’yı Rus ateşi içerisine attı. Savaşın başlamasının ardından sadece Rusya’yı kınayıp yaptırım uygulayacaklarını açıkladılar.
Bu gelişmeler yaşanırken Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenski yaptığı açıklamada; ''Yalnız bırakıldık. Kimse bizim için savaşmak istemiyor'' dedi.
"Kim Ukrayna'ya NATO'ya girme garantisi vermeye hazır? Dürüst olmak gerekirse, herkes korkuyor. Tüm partnerlerimize 'Şu anda çok önemli bir andayız, ülkemizin kaderi belirleniyor. Bizimle misiniz?' diyorum. Onlar da, bizimle olduklarını ancak bizi İttifak'a alamayacakları yanıtını veriyorlar" diyen Zelenski, "27 Avrupa liderine, Ukrayna'nın NATO'da olup olmayacağını direkt olarak sordum. Hepsi korkuyor, cevap vermiyorlar" ifadelerini kullanarak batının gerçek yüzünü ortaya koydu.
ABD-NATO-Batı’nın iki yüzlülüğü sadece bununla da sınırlı değil. Rusya Devlet Başkanı Putin’in Ukrayna’ya karşı operasyon emri vermesi ile kınama ve yaptırım mesajları veren Batılılar alelacele Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni toplantıya çağırdılar. Fakat Suud-BAE koalisyonu Yemen’i vurduğunda, İşgalci Siyonist İsrail Filistin’i ve Suriye’yi vurduğunda kınama mesajı dahi yayınlamayıp aksine saldırgan ve işgalci güçleri destekler açıklamalarda bulundular. Bununla da yetinmeyip askeri, lojistik ve istihbarat desteği sunarak silah satışı gerçekleştirdiler. Ukrayna’da yaşananları savaş sayıp Müslüman ülkelerde olanları baş kaldıranlara, teröristlere müdahale olarak adlandırdılar. Bu da yetmedi kendi oluşturdukları sahte yardım güçleri ile, sahte senaryolarla medya gücünü kullanarak dünyayı kandırmaya çalıştılar.
Yine ABD ve batılı müttefikleri yaptıkları açıklamalarda Ukrayna’ya maddi yardım yapılacağını, Ukraynalı mültecileri ülkelerinde kabul edeceklerini belirttiler. Aynı ülkeler Suriye’yi Afganistan’ı viraneye çevirip bu ülkelerin iltica eden halklarını sınırdan almayıp hatta geri itmelerler çoğunun sınırlarda ölmesine neden olarak çirkin yüzlerini aşikar ettiler. Peki bu, Ukrayna’dan iltica edenleri sivil insan kabul edip Afganistanlı, Suriyeli, Filistinli mültecileri insan yerine koymamak değil mi?

Türkiye ve Türkiye’nin İslamcıları’nın Tutumu

NATO’nun jandarması Türkiye, Rusya-Ukrayna savaşında safını batıdan yana kullandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde yapılan güvenlik zirvesi sonrası; Rusya’nın Minsk mutabakatlarını ortadan kaldıran bu saldırısının uluslararası hukuku ihlal ettiği ve kabul edilemez olduğu ifade edildi.
Ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu, "Nükleer güce sahip olan bir ülke, nükleer güce sahip olmayan bir ülkeye silahlı kuvvetlerini sokuyor. Avrupa'nın göbeğinde yapıyor ve bütün dünya seyrediyor. Türkiye'nin bu süreçte doğru adımlar atması çok önemli." açıklamasını yaparken, İYİ Parti Lideri Akşener ise Türkiye ise Rusya ile kurduğu asimetrik ilişki modelinden sıyrılmalı, kendisini kırılgan hale getiren S400'lerden acilen kurtulmalı, Akkuyu nükleer santralini derhal millileştirmeli açıklamasını yaptı. Ve diğer liderler de benzer açıklamalarla Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını kınayıp Türkiye’nin yapması gerekenler konusunda bildirilerde bulundular.
Bu liderlerin Yemen’de, Filistin’de, Afganistan’da yaşananlarda, işlenen cinayetlerde neden suspus oldukları sorusunu sormak gerekmez mi? Yoksa Suud-BAE bombaları Yemen’de masum insanları, çocukları, okul, hastahane, pazar yerlerini vurduklarında uluslararası hukuku ihlal etmiyor muydu? Ya da Avrupa’nın göbeğinde değil diye oradakiler insan yerine konulmuyor muydu?
Yine Kızılay Genel Başkanı Dr. Kerem Kınık, İçerisinde 210 metrekarelik genel maksat çadırları, ailelerin barınmaları için afet çadırları, yatak, battaniye, çocuk battaniyesi, uyku tulumu gibi acil insani yardım malzemelerinin bulunduğu 3 TIR’ın bugün gün içerisinde Ukrayna’ya gönderileceğini açıkladı. Peki bu yardımlar muhasara altında kalmış, ilaç bulamayan, evleri Suud-BAE bombaları ile yıkılan Yemenli kadın ve çocuklara neden yapılmadı?
Peki ya Türkiye’nin İslamcılarına ne demeli!
Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği (ÖZGÜRDER) Genel Başkan Yardımcısı Kenan Alpay, Rusya'nın İstiklal Caddesi'ndeki İstanbul Başkonsolosluğu önünde açıklamada; Rusya'nın işgal girişiminin uluslararası hukuk ve insanlık açısından "büyük bir suç" olduğunu söyledi.
Ukrayna'nın işgaline seyirci kalan Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin de ABD'nin de bu işgal girişiminin önünü açtığını savunan Alpay, Rusya'nın Ukrayna topraklarını derhal terk etmesini istediklerini belirtti.
Parti liderlerine soruduğumuz soruyu yeniden soralım, Yemen’de yaşananlar uluslararası hukuk ve insanlık açısından "büyük bir suç" değil mi?
Bütün bu yaşananlar aslında, ‘insanlığın ölümünü ve dünyanın siyasallaşmasını’ açıkça göstermektedir.

tesnim

 Rusya-Ukrayna savaşı dünya gündeminin birinci sırasında yer alırken Milli Gazete “20 ve 21’inci Yüzyıllarda Yaşanan Savaşlar” konulu yazı dizisinin üçüncü bölümünde, Arap Baharı ve Irak’ta yaşanan Amerika işgalinin sonuçlarını derledi.
 

Habere göre, 2003’te başlayan Irak işgali ve 2011’de fitili ateşlenen Arap Baharı’nın, İslam coğrafyasında neden olduğu yıkımlar insanlık tarihinin en büyük dramlarını içeriyor. Televizyonlardan dünyaya canlı izletilen Amerika’nın Irak işgali, 1 milyondan fazla sivil Müslüman’ın şehit edilmesine, milyonlarca Iraklının göç etmesine ve birçok savaş suçunun işlenmesine neden oldu. 11 yıl süren Amerika’nın Irak işgali henüz bitmemişken, 2010 yılında başlayan Arap Baharı da günümüze kadar yıkım, gözyaşı ve zulümlerle devam ediyor. 500 binden fazla Müslüman’ın şehit edildiği Suriye, binlerce Müslüman Kardeşler üyesinin zindanlarda çürüdüğü Mısır, iç savaş tehdidinin devam ettiği Libya ve daha birçok Arap ülkesinde yaşanan zulümler Batı’nın sinsi yüzünü gösteriyor.

AMERİKA’NIN IRAK İŞGALİ: 1 MİLYON ŞEHİT 5 MİLYON MÜLTECİ

Dünya, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinden daha büyük işgallere de tanıklık etti. 2003 yılında Amerika ve ona bağlı müttefik kuvvetler, “demokrasi” bahanesiyle Irak’ı işgal etti. Tam 11 yıl süren ve halen etkileri devam eden Amerika işgali, 1 milyondan fazla Müslüman’ın şehit edilmesine ve yaklaşık 5 milyon Iraklının göç etmesine neden oldu. İslam coğrafyasının en büyük dramlarının yaşandığı işgalde, Amerikan askerlerinin yaptığı insanlık dışı davranışlar ve dünyanın buna sessiz kalması ise savaşın en çirkin yüzünü ortaya koydu. Batılı devletlerin terör örgütleri üzerinden halen elini çekmediği Irak’ta iç karışıklık devam ederken, Amerika’nın 11 yılda Ortadoğu’da neden olduğu yıkımların hesabı henüz sorulmadı.

ARAP BAHARI’NIN KANAYAN YARASI: SURİYE

Batı’nın özel çabası ve kışkırtmaları sonrası Müslüman ülkelerde başlayan Arap Baharı’nın en kanlı sonuçları Suriye’de yaşanmaya devam ediyor. 2011 yılından bu yana devam eden Suriye iç savaşı, 500 binden fazla sivil Müslüman canına mâl olurken, yaklaşık 10 milyon Suriyeli mülteci durumuna düştü. Amerika ve Rusya başta olmak üzere Suriye’yi kendi menfaatleri için kan gölüne çeviren Batılı güçler, destekledikleri terör örgütleriyle günümüzde Müslümanlara zulmetmeye devam ediyor. 11 yıldır Suriye’de devam eden siyasi istikrarsızlık ve iç karışıklıkların ne zaman son bulacağı bilinmezken, milyonlarca Suriyelinin durumu da belirsizliğini koruyor.

ARAP BAHARI’NIN ASIL AMACI MISIR’DA ANLAŞILDI

Arap Baharı adı altında Müslümanları hizaya çekme hareketi başlatan Batılı devletler, Mısır’da ön ayak oldukları haksızlıklarla ne kadar ileri gidebileceğini gösterdi. Mısır’da seçimleri kazanan Müslüman Kardeşler’in birçok saldırıya maruz kaldığı süreçte, darbeci Sisi yönetimini destekleyen Batılı devletler, ciddi yıkımlara neden oldu. Mısır’ın seçimle başa gelmiş ilk cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi ve binlerce Müslüman Kardeşler üyesini zindanlara kapatan, on binlerce masum Mısırlının şehit olmasına sebep olan olaylar dizisinde Arap Baharı’nın asıl amacının İslam coğrafyasında istikrarsızlık çıkartmak olduğu anlaşıldı. Müslüman Kardeşler üyesi birçok insanın halen idamla yargılandığı Mısır’da, 11 yıl önce Arap Baharı’nın açtığı yaralar henüz kapatılmış değil.

ARAP BAHARI DEĞİL, “BATI ZULMÜ”

17 Aralık 2010’da Tunus’ta fitili ateşlenen Arap Baharı, Batı’nın menfaatleri doğrultusunda İslam coğrafyasında “demokrasi” bahanesiyle başlattığı sistematik bir zulüm projesiydi. Sırayla Cezayir, Lübnan, Moritanya, Ürdün, Moritanya, Sudan, Umman, Yemen, Suudi Arabistan, Mısır, Suriye, Cibuti, Fas, Irak, Bahreyn, İran, Libya, Kuveyt ve Batı Sahra’ya sıçrayan Arap Baharı ateşi, büyük iç karışıklıklara, iç savaşlara neden oldu. Ülke liderlerinin halkına linç ettirildiği, darbelerin yaptırıldığı, birçok insanlık suçunun işlendiği Arap Baharı süreci halen devam ediyor. Özgürlük, modernlik ve demokrasi başlıkları altında Batılı devletlerin ajanlarının sosyal medyadan örgütlediği Arap Baharı süreci sonucunda Mısır ve Suriye hariç yaklaşık 100 bin Müslüman’ın hayatına mâl oldu.

  Abdurrahman Dilipak, Rusya - Ukrayna savaşı ile ilgili olarak Batı medeniyetini eleştirerek "Bunlar, maşa varken ellerini ateşe uzatmazlar." diyerek eleştirdi.
 

Abdurrahman Dilipak, bugünkü köşe yazısında Rusya - Ukrayna savaşı ile ilgili olarak Batı medeniyetini eleştirdi. Rusya'nın Ukrayna'yı bombalaması ile birlikte Batı dünyasının ses yükselttiği "Ukrayna’da insanlık ölüyor" çığırtkanlığına tepki gösteren Dilipak, "Bunlar, maşa varken ellerini ateşe uzatmazlar" dedi.

Yeni Akit yazarı Dilipak, Murat Kekilli'nin 10 ay önce Pakistanlı bir gencin Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski’ye söylediği sözleri hatırlattığı paylaşımı aktararak yazısının ilgili kısmı şöyle:

"Bunlar, maşa varken ellerini ateşe uzatmazlar. Ne kadar çok maşaları varmış bunların içimizde!

Pakistanlı genç, Gazzelilere karşı İsrail’i savunan Zelenski’ye "Rus uçakları Kiev, Kharkiv ve Odessa’yı bombaladığında bunun ne kadar acı verdiğini o zaman anlarsın!" demişti.

Şimdi Batı dünyası "Ukrayna’da insanlık ölüyor" diye bağırıyor. Evet insanlık ölmesin.

İnsanlık ölünce insan canavara dönüşür. Şimdi “Beyaz adam”a sormak gerek: Dünyada yaşayan dört ırktan biri olan ve dünyanın karasal büyüklüğünün üçte birinde yaşayan Kızılderilileri kim yok etti.

Kara derilileri kim köleleştirdi, sarı ırkı kim sömürdü.

Afganistan’da öldürülen 2.5 milyon insanın katilleri kimler?

Suriye’de 1.7 milyon, Irak’ta 1.2 milyon insanı kimler öldürdü.

Bosna Hersek’te Avrupa’nın gözü önünde öldürülen 1 milyon insanı kim öldürdü. Yemen’de öldürülen 950.000 insanın kanını dökenler kimlerdi. Sudanlı 700.000 insanı kim öldürdü.

Libya’da öldürülen 500.000 insanın hesabını kimden soracağız. Dünyadaki dört ırktan üçünü mahvedenler, onları öldürenler, sömürenler, sonra da bu kanlı serveti paylaşamadıkları için kendi aralarında 100 yıl savaşanlar kimlerdi!. Ulus devleti kuranlar ve yeni uluslararası düzeni kuranlar da bunlardı."

İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei, iki fidanın dikmesinin ardından yaptığı konuşmada; İmam Hüseyin’in (as) saadetli veladet gününü tebrik ederek, İmam Hüseyin (a.s) ister Şii ister Sünni Müslümanların sevgisinin odağı olarak tanımladı.

İslam İnkılabı Lideri, ağaç dikmenin dini ve devrimci bir hareket olduğunu vurgulayarak, "Tabi ki ağaçları korumak da çok önemli bir iştir." dedi.

İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei canlı bitkilerin, insanların ruhunu rahatlattığını, insanın fiziğini koruduğunu, ilahi nimetlerin kaynağı olduğunu vurgulayarak; "Bu nedenlerden dolayı ormanların, doğal ve canlıların hayatlarının bozulması, milli çıkarlarının bozulması demektir.  Ormanların, yapılar inşaat edilmesi için yıkılması milletimize zarar verir." dedi.

İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei çevreye marjinal ve görünüşe dayalı bakışa da değinerek bu hususu, ülkenin en temel sorunlarından biri olarak adlandırdı ve şöyle dedi: "Çevreyi korumaktaki en ciddi işlerden biri, su ve toprak olmak üzere hayati rezervleri ve servetleri korumak ve bunları kullanırken israf etmemektir. Bu alanda yetkililer, uzmanların tavsiyelerine uymalılar."

İslam İnkılabı Lideri Vahşi doğanın korunmasına da değindi. İslam İnkılabı Lideri: "İslam'da avlanma sadece beslenmek için geçerlidir. Aksi takdirde geçersiz ve yasa dışıdır.  Hatta bu amaçla yapılan yolculuk bile haramdır. Bu yüzden yasa dışı avlanmalar engellenmeli ve vahşi doğaya önem verilmelidir." açıklamasında bulundu.

İslam İnkılabı Lideri, İran Tarım Bakanlığını tarımsal alanları ve arazilerin değişimini engellemekle görevlendirdi ve "Bu değişimler milli çıkarlara zarar verir, tarımsal araziler tam tersi arttırılmalıdır" diye konuştu.

İslam İnkılabı Lideri ayrıca yeşil ve temiz enerji alanlarının geliştirilmesine de vurgu yaparak; "Dünyada günden güne daha da yaygın bir şekilde kullanılan ve bizim bölgedeki ülkelerin de yöneldiği fosil olmayan enerji kaynakları rüzgâr, güneş enerjileri geliştirilmelidir." dedi.

İslam İnkılabı Lideri konuşmasının sonunda insanları, ağaç dikmeye ve ağaçları korumaya davet ederek: "Her türlü önemli bir işi yapmak milli bir irade gerektirir. Ağaç dikme de her insanın yapabileceği bir şeydir.  Ülkenin bitkisel örtüsünün güçlenmesine ağaçlar dikerek ve onları koruyarak yardımcı olabiliriz." beyanında bulundu.

 Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahian, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu UAEK Genel Müdürü Rafael Grossi ile görüştü.

 Tahran’a gelen UAEK Genel Müdürü Grossi, İAEK Başkanı Muhammed İslami ile görüştükten sonra Dışişleri Bakanı Emir Abdullahian ile de bir görüşme gerçekleştirdi.
Görüşmede Dışişleri Bakanı Emir Abdullahian, Grossi’yi korsan rejim İsrail’in işi fitne ve kriz çıkarmak olduğunu belirterek, Grossi’den bu rejimin UAEK’nun mekanizmalarını kötüye kullanma konusunda uyanık olmasını istedi.
Emir Abdullahian ayrıca UAEK’nun İran ile ilişkilerini bağımsız bir şekilde hareket ederek takviye etmesini ve İran’ın nükleer sanayiine destek vermesini vurguladı.
Görüşmede Grossi de UAEK’nun profesyonel ve teknik tutumuna vurgu yaparak iki taraf arasında akılcı ve yaratıcı çözüm yolları bulunmasına vurgu yaptı.

 İran Atom Enerjisi Başkanı Muhammed İslami, İranlı yetkililerle görüşmek üzere Tahran’a gelen Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Başkanı Rafael Grossi ile ortak bir bildiri yayınladı.
 

Mehr haber ajansına göre Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ve İran arasında özellikle bazı nükleer tesislere yönelik bilgi akışında yaşanan sıkıntılar başta olmak üzere çeşitli alanlardaki sorunları görüşmek üzere Tahran’a ziyaret gerçekleştiren Grossi, İranlı yetkililerle fikir birliği sağlanan hususlar üzerine ortak bir bildiriye imza attı.

Bu bağlamda,  İran Atom Enerjisi Kurumu ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı aşağıdaki hususlar üzerinde anlaşmaya vardı:

1- İran’ın en geç 20 Mart'a kadar Ajans tarafından üç yer (tesis) hakkında gündeme getirilen ve bu ülke tarafından henüz yanıtlanmamış sorulara ilişkin destekleyici belgeler de dahil olmak üzere yazılı açıklamada bulunacağı kaydedildi.

2- İran’dan yazılı açıklama ve ilgili belgeler alındıktan sonra 2 hafta süresince bunların ajans tarafından inceleneceği belirtilen açıklamada, elde edilen veriler doğrultusunda İran’a sorular yöneltileceği ifade edildi.

3- Ajansın İran’dan elde ettiği yeni veriler doğrultusunda bu ülkeye yönelttiği soruların üzerinden bir hafta geçtikten sonra söz konusu soruları ele almak için tarafların Tahran’da bir araya geleceği bilgisi paylaşıldı. Ayrıca söz konusu 3 yer için ayrı ayrı toplantılar düzenleneceği kaydedildi.

4- Yukarıdaki 1 ila 3. paragraflarda belirtilen faaliyetlerin tamamlanması ve UAEA tarafından ilgili değerlendirmenin ardından, Genel Müdür vardığı sonucu Haziran 2022 düzenlenecek yönetim kurulu toplantısından önce rapor etmeyi amaçlamaktadır.

- وَقَالُوا اِنْ هِىَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوثٖين

“Onlar dediler ki: hayat ancak bu dünyadaki hayatımızdan ibarettir; biz, bir daha da diriltilecek değiliz. 

Onlar diyorlar ki: bu kabir toprağını toplarlar ve et ve kemiğe dönüştürürler ve Kıyamet bu yeryüzünde kurulur ve bu kabirlerden, çürüyen bedenler, deri ve kemik olduktan sonra, dışarı çıkarlar ve kıyamet sahnesi böyle kurulacaktır. Bu yeryüzü, cennet veya cehennem olacaktır.

Bu söz ve konular, Kur’an ayetlerine ve akli burhanlarla uyuşmamaktadır; Mead hakkında böyle inançlara sahip olanlar, hadisleri ne yapacaklardır? Örneğin hadislerde yaşlı mümin bir kadının mülkünün genişliği o kadar çok olacaktır ki eğer bir melek on bin yıl onda mesafe kat edecek olursa, bir yere varmayacak ve o yaşlı kadının mülkünden dışarı çıkamayacaktır[1] veya başka bir hadiste eğer cennet hurilerinin bir saç tanesi bu dünyaya getirilecek olursa tüm bakışlar mat olacak ve şaşkına dönerek, artık başka bir şeyi görme gücüne sahip olmayacaklardır. Ve aynı şekilde başka bir hadiste eğer cehennem ateşinin bir zerresi bu dünyaya getirilecek olursa, tüm âlemi yakar ve tüm taşlar, dağlar ve topraklar erir.[2] Acaba tüm makul olmayan şeyler burada bir araya mı gelecektir?

Ancak gerçekler bu sözlerle değiştirilmez, eğer buradan başka bir şey olmaz ve bedenler bu topraklar olursa, cennet ve cehennemde burada olmalıdır. Nitekim demişlerdir. Ancak dünya kötü olur ve bir süre sonra peygamberler, enbiyalar ve Hz. Barii Teâlâ ona yönelir diye dememişler midir? Ve şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah Teâlâ, cisimler yaratıldığı zaman onlara bakmamıştır.”[3] Bir süre sonra, rahmet bakışı doğar ve rezilliği Eflaklara ulaşmış bu dünya, acaba bir süre sonra hem bu yaşam yurdu ve hem ahiret yurdu olabilir mi? : “Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur.”[4]Acaba, enbiya ve evliyaların kulakları çirkinlikleri ve facialarla doldurdukları bu dünyanın yeniden ölümden sonra kurulacağını diyebilir miyiz? Eğer o bedenler, bu topraktan yaratılan bu dünya bedenleri ise, eğer buranın yiyecek, elma ve armutlarını yiyecek olurlarsa, yediklerinin def edilmesine ihtiyaçları olmayacak(mı)dır? Eğer bu şekilde ise onlar diyorlar ki: cennette kaç bin tane derin tuvalet yapmaları gerekir, çünkü buranın meyvesini yiyip tuvalete gitmek olmaz.

Sonuç olarak: Eğer böyle olursa, o zaman şöyle demelidirler: “hayat ancak bu dünyadaki hayatımızdan ibarettir”[5] halbuki bu dünyanın rezilliğini Kur’an yüksek sesle haykırmıştır: “dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir.”[6]

Meğer Hz. Emirülmüminin (a.s) şöyle dememiş midir? “Dünya geçiş yurdudur.”[7] Acaba yeniden buraya gelerek ve burayı kalıcı yurdumuz yapmamız mümkün müdür?

Umumiyetle tüm şeriat ve dinler, ahiretin bu dünyanın, dünyanın da ahiretin mukabilinde olduğunu söylemişlerdir. Dolayısıyla bu neşetin dışında başka bir neşete kail olmak gerekir ve başka bir vücut mertebesi olmalıdır. Yani hakikatte bunun dışında olan bir şey değil, bilakis bu cisim ve bu mevcudun vücudunda bir aşaması zayıf -ki bu, tabiat mertebesidir-, bir aşaması orta ve bir aşaması güçlü olan mertebeleri vardı, bu kıyamettedir. Mertebelerin farklılığıyla, ötekilik hâsıl olmaz. Nitekim toprak altında karar kılınan hurma çekirdeğinin otuz yıl sonra en ve boyu gelişerek büyük bir ağaca dönüşmesiyle, bir varlıktan daha fazla olmamaktadır. Evet, eğer bu derecelerden gaflet edersek bu, o değildir; ama eğer dereceler göz önüne alınırsa, bu onun aynısıdır; letafet, küçüklük ve büyüklük ötekiliğe neden olmaz.*[8]

İmam Humeyni (k.s)

------------------------------------------

[1] — Bu rivayet, mucem rivayetlerde bulunmamıştır. Bkz. Tefsir-i Kummi, c. 2, s. 348; Biharu’l Envar, c. 8, s. 169 ve 218.

[2] — Biharu’l Envar, c. 8, s. 199, h. 200.

[3] — Şüphesiz cisimler yaratıldığı zaman onlara bakmamıştır. Bu ona değer vermediğine kinayedir. Rivayetin başındaki bu delille: فما لها عند اللّه عزّ و جلّ قدر و لا وزن؛ و لا خلق فيما بلغنا خلقا أبغض إليه منه. Bkz. Meclisi, Biharu’l Envar, c. 70, s. 110, h. 109; Kenzu’l Ummal, c. 3, s. 190, h. 6102.

[4] — Ankebut, 64.

[5] — En’am, 29.

[6] — Hadid, 20.

[7] — Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) dünyanın vasfı hakkındaki sözleri. Bkz. Nehcü’l Belağa, hutbe, 201 ve ayrıca Biharu’l Envar, c. 70, s. 134.

[8] —* Takrirat-ı Felsefe, c. 3, s. 246 – 248.