
کارگر
Eş-Şarku'l-Avsat: İmam Humeyni'nin Şakirtleri İsteğini Gerçekleştirdiler
İmam Humeyni'nin öğrencileri en büyük isteği olan İslam İnkılabını, bölgede en güzel şekilde yaymayı başardılar.Bölgedeki gelişmeler İran lehine işliyor, ABD ve Batılı müttefikleri İran ve Hizbullah'ı terör listesine alacaklarına açıkça İran'ın terörizmle mücadele ettiğini söylüyorlar.
Eş-Şarku'l-Avsat bugünkü başyazısında şunları yazdı: İran, İslam Devrimi'nin başlangıcından buyana, bölgedeki ilerlemelerine başlamıştı. Arap ve Körfez ülkeleri İran'a dünya siyasetinden dışlanmış kendi kabuğuna çekilmiş bir ülke olarak bakıyorlardı ama gözlerinden kaçan bir şey vardı, oda İran'ın gizlice Arap ülkelerin kalbine kadar nüfuz etmesiydi
Gazete haberin devamında şöyle yazıyor: Arap liderler bölgedeki siyasi gelişmeler karşısında hiçbir aksülamel göstermezken tüm olaylar İran lehine dönüverdi, şimdiyse İran'la başa çıkmak için Arap-Türk koalisyonu oluşturma çabası içerisindeler.
Arap şeyhleri, Ensarullah ve Hizbullah liderlerini ortadan kaldırarak İran ile baş edebileceklerini sanıyorlar ama yanılıyorlar, çünkü İran kendi ideoloji ve düşünce tarzını Arap ülkelerinin en derinliklerine kadar işlemiş durumda. İmam Humeyni'nin öğrencileri en büyük isteği olan İslam İnkılabını, bölgede en güzel şekilde yaymayı başardılar.
Gazete son olarak şunlara yer verdi: ABD ve Batılı müttefikleri, İran ve Hizbullah'ı terör listesine alacaklarına, açıkça İran'ın terörizmle mücadele ettiğini söylüyorlar ve Irak ve Suriye'de Sünnilerin karışıklık çıkardıklarını iddia ediyorlar.
Irakçi: “Karşı tarafa hiç bir taviz verilmeyecek”
İran Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Nükleer Müzakerelerdeki Başmüzakereci, İran ve Batı arasında bir anlaşma olacak ise eğer, bu anlaşmanın denetime bağlanması gerektiğini söyledi.
Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, İran Dışişleri Bakanı Yardımcısı ve Nükleer Müzakerelerde Başmüzakereci Seyyid Abbas Irakçi, İran ve 5+1 Grubu arasında olası bir anlaşmanın imzalanması halinde, bu anlaşmanın uygulanması konusunda denitim yapılması gerektiğini ve İran’ın bu denetimin Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu tarafından gerçekleştirilmesini kabulleneceğini belirtti.
Irakçi, İran ve karşı taraf arasında imzalanacak her türlü anlaşmanın dengeli olması gerektiğine de vurgu yaparak, “İran’ın karşı tarafın tedirginliğini gidermek için bazı yükümlülükleri var, diğer taraftan ise Batılı taraflar da İran’a karşı uygulanan ambargo ve yaptırımların tamamen kalkmasını güvence altına almalı” diye açıklamada bulundu.
İran başmüzakerecisi Irakçi, Nükleer Müzakereler’de çok kritik bir aşamada olundunduğu belirtti ve olası bir Nükleer Anlaşma’da karşı tarafa hiç bir taviz verilmeyeceğinin de altını çizdi.
Yeni tur Nükleer Müzakereler, yeniden Lozan’da düzenlenecek
İran ve 5+1 Grubu arasındki Nükleer Müzakereler, Prşembe günü Lozan’da yeniden başlayacak.
Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, İran ve 5+1 Grubu arasında geçen Cuma günü son bulan Nükleer Müzakerelerin yeni turu bu hafta Perşembe günü başlayacak ve geçen tur görüşmeleri gibi bu tur da İsviçre’nin Lozan kentinde düzenlenecek.
Bu habere göre , İran Nükleer Müzakere Heyeti de bu oğrultuda Nükleer Müzakerelere 5 günlük bir aranın ardından yeniden başlamak için Çarşamba günü İsviçre’ye gitti.
Prşembe günü başlanması ön görülen yeni tur müzakereler, geçen haftaki gibi İsviçre’nin Lozan kentinde ve Beau-Rivage Palace hotelinde düzenlenecek.
ABD ile müzakere sadece nükleer meselesiyle sınırlıdır
İmam Hamanei yeni Hicri-Şemsi yılın ilk günü Nevruz dolayısıyla cumartesi günü Meşhed’de İmam Rıza’nın(as) türbesinde yüzbinlerce kişiye hitaben yaptığı konuşmada iç ve dış birçok konuya değindi. Konuşmanın önemli satır başları şöyle:
Yaptırımların kaldırılması görüşmelerin ana konusudur, görüşmelerin sonucu değil. Anlaşma tarihinde yaptırımlar da lağvedilmelidir.
Daha çok yaptırım ve askeri tehdit İran milletini korkutamaz.
Dış siyasetimizi değiştirir, müstekbirlerle uzlaşır, dayatmaları kabul edersek ekonomimiz canlanır düşüncesi akim ve faydasız bir siyasettir. Bu düşüncede olanlar yanılıyor.
Düşmanın İran milletine karşı koymak için başvuracağı tek silahı yaptırımlardır.
Amerika’nın müzakereye ihtiyacı çok fazladır; Amerikalılar arasındaki ihtilaflar müzakereye ihtiyaçları olmadığı anlamına gelmez.
Amerikan Cumhurbaşkanı, İran’da bazı kesimlerin müzakereye karşı olduğuna dair ifadeleri tam bir yalandır. Biz görüşmeye değil dayatmalara, zorbalığa karşıyız.
ABD ile müzakere nükleer meselesiyle sınırlıdır ve bölgesel, dahili ve silahlar konusunda onlarla kesinlikle konuşmuyoruz. Çünkü bölgesel konularda birbirine zıt görüşte ve karşı cephelerdeyiz.
En büyük emir bil maruf İslam nizamı kurmak, İslam nizamını korumak ve milletin izzetini korumaktır.
En büyük münker İslam nizamını zayıflatmak, İslam kültürünü, ekonomiyi, ilim ve teknolojiyi zayıflatmaktır.
Yetkili makamlar uygulamaları, izlenen siyasetleri eleştirenlere hakaret etmemelidir. Muhalifi tahkir etmek tedbir ve hikmete aykırıdır.
Kaygılanmak suç değildir, hükümet ve hükümet yanlıları bazı siyasetlerden endişe duyanlara ihanet etmemelidir.
Ben, bütün hükümetleri destekledim, bu hükümeti de destekliyorum ama kimseye açık çek de vermem, desteğim sınırsız değildir.
Bugün ülkenin en büyük problemlerinden biri ekonomik meseledir. Düşman ekonomik baskıyla halkı hükümet ve İslam nizamı karşısına geçirmek ve iç huzur ve güvenliği ortadan kaldırmayı planlamaktadır.
Ban Ki-moon’dan Nevruz kutlaması
BM Genel Sekreteri, yıllık Nevruz Bayramı’nın, toplumların birbiriyle kaynaşmak ve çeşitli kültürlerle saygı ve diyalog çerçevesinde yaşamak adına eşsiz bir fırsat olduğunu belirtti.
Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, Tahran'da bulunan Birleşmiş Milletler enformasyon merkezinin dün Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un, 21 mart Nevruz Bayramı nedeni ile gönderdiği kutlama mesajını yayımladığı bildiride, Nevruz'un toplumların birlik ve dayanışma günü olduğuna vurgu yapıldı.
Ban Ki-moon'un mesajında ayrıca bu yıl Nevruz Bayramı’nın başka bir anlam taşıdığını, zira BM'nin sürdürülebilir gelecekten yeni bir portre çizmeye, yararlı Küresel iklim anlaşmasını onaylamaya çalıştığını belirtti. Söz konusu önceliklerin ise Nevruz'un özü doğrultusunda olduğu belirtildi.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin mesajının bir diğer kısmında ise, tarihi Nevruz geleneğinin baharın başlaması ile birlikte, Güney Asya’dan Orata Asya’ya kadar ve Kafkasya’dan Balkanlar’a kadar, bir çok toplum tarafından geleneksel ve bereketli kutlamalara vesile olduğu ifade edildi.
İmam Hamanei’nin Nevruz mesajı
İslam inkılabı rehberi İmam Seyyid Ali Hamaney, Hicri-i Şemsi 1394 yeni yılını, “Hükümet ve millet, gönül ve söz birliği” yılı olarak adlandırarak, nevruzu kutlayan İran halkı ve tüm halklara kutladı.
İmam Hamanei yeni yıl mesajında, bu yılın Hz. Fatime-i Zehra’nın –sa- şehadet günleri ile eşzamanlı olmasına işaretle, İran halkının İslam peygamberi (sav)’in Ehli Beyt’ine ve muhterem kızına olan sevgisinin bazı gereklerinin olduğunu, halkın bu gereklere kesin riayet edeceklerini ve yeni yılın Fatımi bereketlerle dolu olmasını ve o yüce insanın ad ve anısının halkın yaşamında çok derin etki bırakmasını temenni etti.
İmam Hamanei, Nevruz mesajının devamında geride bırakmış olduğumuz 1393 yılının bazı önemli olaylarını hatırlatarak hükümet ile halk arasında yakın işbirliği ve dayanışmanın zaruri olduğunu bildirerek, “Yeni yılın şiarı olan “1394 Yılı, “Hükümet ve Millet, Gönül ve Söz birliği” sloganının tahakkuku için bu sloganın her iki tarafı da yani aziz, yüce, yiğit, bilge ve gayretli İran halkıyla hizmetkar hükümet birbirine güvenmeli ve samimiyet içinde birbiriyle işbirliğinde bulunmalıdır” ifadesini kullandı.
İslam inkılabı rehberi yeni yılda İran halkının önündeki arzularına temas ederek, bunların “Ekonomik Kalkınma”, “Uluslararası ve Bölgesel İktidar ve Onur”, “Gerçek Anlamda Bilimsel Atılımlar”, “Yargı ve Ekonomi Adaleti” ve “İman ve Maneviyat” olduğunu ve kendisinin bunları halk için temenni ettiğini, elbette tüm bu arzuların elde edilebilir arzular olduğunu ve İran halkının büyük kapasitesinin ve nizamın siyasetlerinin dışında olmadığını belirtti.
İmam Hamanei yeni yılı “Hükümet ve millet, gönül birliği ve söz birliği” olarak adlandırdığına dikkat çekerek, halk ve hükümet arasında daha fazla samimiyet, daha fazla işbirliği ve gönül birliği ile işlerin daha iyi ilerleyeceğini belirterek; “Hükümet halkın hizmetçisi ve halk da hükümetin işverenidir. Hükümet ile halk arasındaki işbirliği ne kadar fazla olursa işler de o kadar ilerleme kaydedecek. Bunun için hem hükümet halkı kabul etmeli ve halkın değer, önem ve yeteneklerini yerinde kabul etmeli ve hem de halk sözün tam manasıyla hükümete güvenmelidir” dedi.
İmam Hamanei geride bıraktığımız Hicri-i Şemsi 1393 yılının şiarının ne kadar tahakkuk bulup bulmadığını değerlendirerek, “Milli İrade ve Cihadi İdarecilik” mevcut sorunlar dikkate alınarak 93 yılı için seçilmiştir ve halkımız da hem bir takım sorunlar karşısında tahammül ve hem de 22 Behmen (11 Şubat), “Dünya Kudüs Günü” ve “Büyük Erbain” yürüyüşü gibi bir takım yürüyüş ve etkinliklerdeki kendi sarsılmaz irade ve gayretini sergilemiştir” ifadesini kullandı.
Geçen yılda cihadı iradenin de açıkça görüldüğüne işaret eden İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamaney, 93 yılı sloganların sadece bu yıla özel olmadığını, gelecek yıllarda yaşamın tüm kesitlerinde milli irade ve cihadı yönetime ihtiyaç olduğunu hatırlatarak, “Nerede “Cihadi İdarecilik” var olmuşsa ilerlemeler de kendini göstermiştir” dedi.
Komplo Planları, İran’ın Suçu ve Şii Milisler
Allah’ın adıyla
Komplo Planlarının Geri Tepmesi
ABD ve bölgesel müttefiklerinin Suriye ve Irak üzerindeki komplo planları geri tepmeye başladı. Daha önce defalarca işaret ettiğimiz üzere oyun kurucu ABD, oyuncu komşu müttefik ülkeler ve taşeron teröristler aynı cephede toplanmalarına rağmen herbirinin farklı hedefleri vardı.
Bu farklı hedefler bazı alanlarda örtüşürken bazı konularda çelişmekteydi. Öngörülen zamanda planları gerçekleşseydi bu kesimlerin her biri pastadan beklediği payı alacaktı. Suriye’de mevcut yönetimin yerine geçirilecek sünni tandanslı bir hükümet ABD ve İsrail’in işine geleceği gibi AKP Türkiyesi, Selefi Arabistan, rejim değişikliğine uğrayan Mısır ve Tunus’un beklentilerini karşılıyacak ve Suriyeli muhalifleri de iktidara geçirecekti. İç savaş uzayıp sahada taşeronlar arası mücadele şiddetleşince ve beklenmeyen aktörler(IŞİD ve Nusra gibi El-Kaide türevleri) ortaya çıkınca zamanında gerçekleşmeyen komplo planının ortakları arasında anlaşmazlıklar da gün geçtikçe derinleşmeye başladı.
Neye mal olursa olsun Suriye yönetimini yıkmaya odaklanan komşu müttefikler kullandırdıkları kimyasal silahları bile bu ülke hükümeti üzerine atmaya kalkışıp ispatlayamayınca kamuoyunun ilk tepkisiyle karşılaştılar. Çünkü onları bu maceraya teşvik eden ve her türlü cinayeti işlemekten çekinmeyen ABD’nin bu defa kendi çıkarları için bu yönteme göz yummamasını beklemiyorlardı.
Suriye’de rejimi yıkma planı geri tepince terörist çetelerini destekleyerek Irak’a yönlendiren komşu müttefikler, Irak içindeki dostlarının da yardımıyla başta Musul şehri olmak üzere kısa sürede birçok önemli merkezi ele geçirdi ve Bağdat kapılarına kadar dayandılar. Irak’ta Amerikan işgalinden sonra gündeme gelen “Sünni Devlet” projesi şimdi fiilen hayata geçirilmeye çok yaklaşmıştı.
İran’ın Suçu
Suriye’de olduğu gibi Irak’ta da zamanında harekete geçen İran eksenli direniş cephesi bu ülkeyi de parçalanmaktan kurtarmak doğrultusunda yerli halk güçlerini örgütlemeye başladı. Yani hem Suriye ve hem de Irak’ta İran’ın yapmış olduğu bu ülkeler gönüllü halk güçlerini örgütlemek ve cepheye sevketmek olmuştur.
ABD ve bölgedeki müttefikleri mezhebi ayrılıkları kullanarak sünnileri Irak’ta ve Suriye’de seçilmiş yasal hükümete karşı örgütlerken ve de Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya ve Kafkasya’dan Güney Asya’ya kadar birçok ülkeden binlerce teröristi bu iki ülkeye aktarırken İran bu ülkeler hükümetlerinin talebi üzerine bu ülkelere yasal yollarla askeri müsteşarlar göndererek yardımda bulunmuş ve bulunmaktadır.
Bölgede öne çıkan konjoktürün İran’ın elini güçlendirdiği inkar edilemez ve hatta İran’lıların bu durumu fırsat bilerek faraza çıkarları yönünde ve kendine yönelik uluslararası baskıları hafifletmek için kullanmaları da muhtemeldir. Ancak Suriye ve Irak ülkelerini kaosa sürükleyen, bu ülkelerde iç savaş çıkaran İran mıdır? IŞİD ve Nusra gibi ölüm makinası terör çetelerini besleyip bölgeye musallat eden İran mıdır? İran’ın suçu Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğü ve bağımsızlıklarını korumaları için yardım etmesi midir? Irak hükümetinin daveti ve talebi üzerine Irak’a müdahale etmeyip IŞİD terör çetesinin Bağdat’a girmesine engel olmamalı mıydı?!
İran’ın bu yardımları ve yasal yönetimlerin çağrısıyla müdahaleleri ister istemez bu ülkenin bölge halkları arasında nüfuzunu artıracaktı. Bölgesel meseleleri çözmek doğrultusunda ABD’nin yedeğine takılmak yerine bölge halklarıyla işbirliğine geçecek her ülke İran gibi aynı nüfuz ve sevgiye mazhar olurdu. İran’ı şiicilik yapmakla suçlayanlara sormak gerekir: Irak Kürdistanı halkı ve Yerel Yönetimi şii oldukları için mi IŞİD’in saldırılarına karşı İran tarafından korundu ve silah yardımında bulunuldu? Daha önemlisi Filistin halkı şii oldukları için mi İsrail’e karşı Gazze savaşında açıkca desteklendi ve bu destek açıkca ilan edildi? Bu yardımlar İran’a yeni bir konum kazandırıyorsa bundan ibret dersi mi almak gerekir yoksa ihtilafları, mezhebi taasupları daha bir körüklemek mi?
Şii Milisler Sünni Şehirlerine Girmesin, Nakaratı
ABD’nin bölgesel müttefikleri Selefi Suudi Krallığından AKP Hükümetine, satılmış kapıkulu ulemasından Barzani’nin yerel yönetimine kadar çeşitli çevrelerin son sıralarda tekrarlayıp durdukları nakaratlardan biri de Irak’lı Şii Milis Güçleri dedikleri gönüllü halk güçlerinin IŞİD’den kurtarılacak şehirlere girmemesi gerektiğine dair saçmalamalardır.
Birincisi; Şii milisler dedikleri bu ülke nüfusunun %65’ini oluşturan Şii halkın çocuklarıdır, Irak’ın toprak bütünlüğü ve bağımsızlığını korumak isteyen, buna herkesten daha çok hakkı olan ve bu yolda canlarını feda etmeye hazır Irak’lı gençlerdir, Kuzey Afrika ve Kafkasya’dan getirilip bu ülkeye musallat edilen teröristler değil.
İkincisi; Şii halk kadar olmasa da bu mücadeleye Irak’ın çeşitli bölgelerindeki sünni aşiret mensupları da katılmaktadır. Daha ilginç olanı bu mücadelenin sünni savunma bakanının komutasında sürdürülmesidir.
Üçüncüsü; Sünni bölgelerine şii milisler girmesin de bu bölgeleri IŞİD işgalinden kim kurtarsın peki? Eğer mevcut Irak ordusu bunu başarabilseydi zaten işgale karşı direnir ve bölge ülkelerinde eğitilip donatılmış ve modern silahlara sahip IŞİD’in bu bölgelere girmesini önlerdi. Önleyemediğine göre halkın seferber edilmesi kadar doğal bir teşebbüs olabilir mi? Buna karşı olanların IŞİD’le açık gizli ilişkileri de dikkate alındığında şii halk güçlerine itiraz etmeleri daha iyi anlaşılmıyor mu?
Bu nakaratları tekrarlayanlar ya bu bölgelerin IŞİD işgalinde kalmasını ya da kendi yandaşlarına teslim edilmesini istiyorlar. Birinci görüşte olanlar, yani IŞİD işgalinin devam etmesini isteyenler şii milislerin güçlenmesine tahammül edemedikleri için gerçek niyetlerini işte böyle dışa vurmaktalar. Yandaşlara teslim edilmesini isteyenler bunun mümkün olmadığını herkesten daha iyi biliyorlar. Bu bölgeleri IŞİD’e teslim edenler zaten sizin yandaşlarınız değil mi? Bir defa hainlik edenlerin aynı hainliği tekrarlamayacaklarını kim garanti edebilir?
Başkaları da çıkıp Arabistan’da şiilerin yaşadığı doğu bölgelerine veya Türkiye’de Alevilerin yoğunlukta yaşadığı bölgelere Vahabiler veya sünniler giremez dese nasıl bir tepki verirler acaba bu cenaplar?! Yoksa kendi ülkeniz söz konusu olduğunda ayrılıkçılık olarak nitelenen şey Irak ve Suriye’de meşru mu oluyor?!
ABD güdümündeki ve müttefik rejimlerin bu tavırları üstlendikleri görev gereği normal karşılansa da İslamcılık iddiasında bulunan çevreler ve İslam alimi iddiasıyla fetvalar veren – El Ezher alimleri misali- zevatın bu konudaki tavırları ise daha bir üzücü ve bir o kadar da gülünçtür.
Yazarlarımızdan Munatazar Musavi’nin son makalesinde etraflıca üzerinde durduğu üzere Türkiye’nin İslamcıları tam bir akıl tutulmasına yakalanmış bulunuyor.
Bunlara göre; elin oğlu Kuzey Afrika’dan Kafkasya’dan gelip Suriye ve Irak’ta katliam yapınca mücahit oluyor ama Suriyeli ve Iraklı gençler örgütlenip ülkelerini savunmak ve işgalden kurtarmak istediklerinde mezhepçi oluyorlar!
Ziya Türkyılmaz
Nükleer Anlaşma, BM Antlaşması’nın 7. Bölümü çerçevesinde olmalı
Nükleer Müzakereler’e yakın bir kaynak, BM Antlaşması’nın 7. Bölümü çerçevesinde bir kararın olmaması halinde, İran ve Batı arasında bir Nükleer Anlaşma’ya varılmasının mümkün olmayacağını bildirdi.
Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, İran ve 5+1 Grubu arasında devam etmekte olan Nükleer Müzakereler’e yakın bir kaynak, nükleer bir anlaşmaya varılacak ise eğer, Birleşmiş Milletler Örgütü Antlaşması’nın 7. Bölümü çerçevesinde alınacak bir kararla pekiştirilmesi gerektiğine vurgu yaptı.
BBC muhabiri bu haberi Nükleer Müzakere heyetlerine yakın bir kaynaktan aktardığını belirterek, İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in ise, bir anlaşmaya varılacak ise eğer, bu BM Antlaşması çerçevesinde ve Güvenlik Konseyi tarafından alınacak bir kararla pekiştirilmesi gerktiği üzerinde israr ettiği haberini verdi.
Bundan önce de İran Dışişleri Bakanı Zarif, tüm ve özellikle de teknik konularda tam bir uzlaşmaya varmanın mümkün olduğunu ama varılacak bu uzlaşıyı bir anlaşmaya çevirmek için Birleşmiş Milletler Örgütü Antlaşması’nın 7. Bölümü kapsamında, Güvenlik Konseyi tarafından bir karar çıkarılmasının da zorunlu olduğunu bildirmişti.
İranlı yetkili:“Bir anlaşmaya varıncaya kadar Lozan’dan ayrılmayacağız”
İsviçre’nin Lozan kentinde bulunan İran müzakere heyetinin üst düzey bir üyesi, bir anlaşmaya varıncaya kadar Lozan’dan ayrılmayacaklarını bildirdi.
Mehr Haber Ajansı muhabirinin haberine göre, İran nükleer müzakere heyeti üst düzey üyesi, MHA muhabirine yaptığı açıklamada, İran ve 5+1 Grubu arasındaki Nükleer Müzakereler’in önceden planlandığı gibi Cuma günü son bulmasını beklediklerini ama henüz ne zaman Lozan’ı terk edeceklerinin tam olarak belli olmadığı haberini verdi.
İranlı yetkili, ‘bir anlaşmaya ulaşabilmek için Lozan’da mı kalacaksınız?’ sorusu üzerine, “Bu gelecek iki gün içerisinde müzakerelerde ne kadar ilerleme sağlanacağına bağlı” diye yanıt verdi
Daha önce de İran nükleer müzakere heyetinin bir başka üyesi, bakanlar düzeyinde gerçekleştirilen toplantı sonrası işi bitirene kadar Lozan’da kalacakları açıklamasını yapmıştı.
Aktarılan haberlere göre, İran ve 5+1 Grubu arasındaki nükleer görüşmelere Cuma gününe kadar devam edilecek ve müzakerelerin Cuma günü sonrası da devam edip etmeyeceği henüz netlik kaznmış değil.
Şiiliği iyi okumadan yazıyorlar…
Âdem’den bugüne kadar batıl cephesinin yaptığı şey hep aynıdır. Sadece ismiler ve resimler değişmiş, izlenen metot hep aynı olmuştur.
Peygamberimiz (s.a.a) insanların fıtratına hükmeden ilahi emirleri getirdiğinde fıtratı fazla kirlenmemiş çok az sayıda insan bu emirlere teslim olup o hazreti canla-başla savundu. Ama insanların ekseriyeti ona karşı başkaldırdı. Meseleye sosyolojik açıdan yaklaşıldığında görülmektedir ki: Peygamberin yanında bulunanlar güçlerini haktan aldıkları için hiçbir haksızlığa boyun eğmemişlerdir. Savundukları şey uğrunda her türlü işkenceye, baskıya, ambargoya ve eziyete katlanmışlardır. Oysa Peygamberin karşısına çıkanlar, güçlü oldukları için kendilerini haklı görmekteydi. Bu yüzden söz konusu gücü korumak için Peygambere bazı tavizler vermeyi dahi teklif etmişlerdir…
Yani hak taraftarları her zaman durdukları yerde durmuş, hezimet pahasına da olsa asla taviz vermemiştir. Fakat batılın safında bulunanlar hezimetten kurtulmak için tavizin her türlüsüne yeltenmişlerdir. Hakkın tarafında bulunanların insani değerlerin egemen olmasından başka dert ve tasaları yoktur. Batıl yandaşlarının tek derdi ise sadece kendi egemenliklerini sağlamlaştırmak olmuştur. Bu yüzden onların durdukları yer sürekli değişkenlik gösterir… Çünkü onlar gücü nerede görseler oraya üşüşürler. Daha güçlünün yanında yer almalılar ki kendi çıkar çarklarını sürdürebilsinler. Aslında onların yandaşlıklarının da bir değeri yoktur; çünkü bu tür insanlar sadece kendi çıkarlarının yanındadırlar… Onlar çıkarları için kendi babalarını bile satarlar. Karşılarına çıkan kişi Allah Resulü bile olsa “hezeyan söylüyor, hastalık ona galebe etmiş, ne dediğini bilmiyor” derler… Böylece kirli çıkarlarını temin etmeyi planlarlar…
Bugün de durum aynıdır. Daha düne kadar mevcut iktidarı yere göğe sığdıramayanların bir anda nasıl da “u dönüşü” yaparak yönetimle kanlı-bıçaklı hale geldikleri herkesin malumudur. Bu iktidara ters düşenlerin baypas edildiğini fark eden en şiddetli muhaliflerin ise çıkarlarını korumak adına “maslahatın gereğini yerine getirerek” mevcut yönetimin şakşakçılarına dönüştükleri de herkesçe bilinen bir gerçektir…
Irak, Suriye ve Mısır’da birer Sünni devleti kurulacağı, Türkiye’nin de tarihi geçmişine dayanarak büyük İslam imparatorluğunun saltanat merkezi olacağı düşünü kuranlar gelinen süreçte büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Dış politikada yapılan bunca yanlışın zaten daha farklı bir sonuç vermesi sünnetullaha aykırı olurdu ve böyle bir şey de imkânsızdır.
“Hak geldi batıl zail oldu, zaten batıl yok olmaya mahkûmdur” ayeti bölgede tecelli etti. Binlerce insan haksız yere öldürüldü veya evinden-barkından edildi. Ama herkes şunu anladı ki; ilkeli duruş her zaman kazanmıştır, yense de yenilse de…
Hilal Kaplan, Şiiliği iyi okumadığını ele veren bir yazı kaleme almış. Diyor ki: İran İslâm Cumhuriyeti’nin ‘kurucu dışarısı’ artık ABD değil. Bilakis İran, İsrail’den sonra ABD’nin askeri olarak en çok işbirliği yaptığı ülkelerden biri haline geldi. Şiilik hareketinin ilham kaynağı İmam Hüseyin’dir (a.s). İmam Hüseyin’in mantığında ise zorba güçlerle işbirliği yapmak veya onların isteklerine teslim olmak asla düşünülemez. Zaten İran’a otuz yılı aşkın süredir uygulanmakta olan ambargolar da bunun kanıtıdır.
Hilal Hanım’ın kurduğu bir diğer cümle de şöyle: İran Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani’ye bağlı, Irak ve Suriye’de etkinlik gösteren Kudüs Ordusu ve Şii milis gruplarının sponsoru da ABD. Örneğin geçtiğimiz günlerde, Kasım Süleymani ve ona bağlı milislerin yer aldığı, Tikrit’te çekilmiş bir fotoğraftaki askeri teçhizattan araçlara dek hepsi ABD malıydı. Ancak buna rağmen hem Esed hem de Hamaney, söylemlerinde antiemperyalizmcilik oynamayı sürdürüyorlar. Hilal hanıma soruyorum: Söz konusu askeri teçhizatın “IŞİD”den ele geçirilmediğinden emin misin?! Ayrıca gerçek manada aniemperyalizmcilik oynayanların kimler olduğunu sen daha iyi bilirsin…
Ayrıca İran’la ABD arasında eğer bir yakınlaşma varsa ve senin tabirinle “aynı yatağa girme” söz konusuysa burada demek ki İran ABD’yi dize getirmiştir. Ayrıca ABD tarafından birilerine tevdi edilmiş BOP projesi çökmüştür ve ABD İran’ın dünyadaki etkin gücünün farkına varmıştır. Ayrıca Şiiliğin modern dünyadaki gelişmelere büyük bir katkı sağlayacak en itidalli görüş olduğunu da kavramıştır. Eğer ABD İran’a yaklaşacaksa ve aralarında işbirliği olacaksa İran ve ABD’nin çıkarlarına dönük bir işbirliği olacaktır. Zaten İran’ın ABD dışındaki diğer ülkelerle de bu tarz ilişkileri vardır. Bundan İran’ın antiemperyalist tutumu ile çeliştiği çıkarımı da yapılamaz.
İran 1979 yılında durduğu yerde durmaktadır. Ayrıca İran İslam Cumhuriyeti o günden bugüne kadar çektiği tüm sıkıntılarıSünni Filistin’i savunduğu için çekmiştir. Yani İran mezhepçi bir saikle İslam dünyasına bakmamıştır. Esasen Şiilik orijinal İslami anlayış olduğu için hep İslam’ı savunmayı kendisine prensip edinmiştir. Ama aynı şeyi maalesef Sünnicilik yapan anlayış için söylemek mümkün değildir. Bunu şu tarihi vaka ile açıklayayım: Rivayete göre Hz. Ali’nin (a.s) hilafeti döneminde küçük bir çocuğun üzerinde iki kadın ihtilafa düşmüş. Onlardan her biri kendisinin çocuğun annesi olduğunu iddia ediyormuş. Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuş: Bu çocuğu iki parçaya böleceğim; yarısı senin, yarısı da senin.. Bu sözü duyan (gerçek) anne: “Aman, efendim ben yanıldım, çocuğun annesi bu kadın!” diye ileri atıldı… Böylece kadının bu gayri ihtiyari savunma refleksi, onun gerçek anne olduğunu ispatlamıştı…
Şiilik anlayışı da tarihten günümüze kadar hep İslam ümmetinin maslahatı için susmuştur ve susmaya da devam etmektedir. Çünkü bu anlayış, Muhammedi İslami anlayıştır; “ne koparırsam kârdır” anlayışı siz de bilirsiniz ki bu ekolde asla zemin bulmamıştır…
Üçüncü halifeyi öldürenler, onun intikamını (!) Hz. Ali’den (a. s) almak için Cemel harbini başlattılar. Onlar bir deveye Peygamberin zevcesi Ayşe’yi de bindirdiler. Onu Cemel ordusuna komutan yapmak suretiyle kendilerine meşruiyet kazandırmaya çalıştılar. Ama Ayşe’nin deveye binmesi dahi onları kurtaramadı. Ne dünyayı kazanabildiler, ne de ahireti.. Çünkü yanlış yerde durmuşlardı… Sakın ola ki siz de birilerinin çıkarlarını sağlamak için deveye binme hevesine kapılmayasınız! Sonra dünyanızı da yakarsınız, ahiretinizi de… Kulağınıza küpe olsun Hilal Hanım!
Ayrıca “Neo-Pers” tabiri de sizin bugün karşısında durduğunuz paralel yapının çokça dillendirdiği bir söylem.. Dikkatli olmanızı tavsiye ederim…
Mikail Gürel
Hilal Kaplan’nın yazısı
Ruhani: Yaptırım yapma dönemi artık bitti
İran Cumhurbaşkanı, İran'ın endüstri ve ekonomi alanlarında sağladığı gelişimler ile artık yaptırım uygulama ve baskı kurma döneminin bittiğini vurguladı.
MHA'nın haberine göre, Güney Pars doğalgaz Sahası'nın 12'inci fazıın açılış töreni için Aseluye'ye giden İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, devletin Direniş Ekonomisi'ni uygulamaya büyük önem verdiği ve bu konuda farklı projeleri olduğunu belirtti. Bugün açılı yapılan projenin de Direniş Ekonomisi çerçevesinde gerçekleştiğini belirten Ruhani, "Devletimiz, uygulamaları ile Direniş Ekonomisi programlarını gerçekleştirmek konusunda belirli planları olduğunu kanıtlamıştır" dedi.
Ruhani açıklmasının devamında Lozan şehrinde devam eden nükleer müzakerelere de dikkat çekerek, "Müzakerdeki karşı taraflara, yaptırımların müzakere masasına oturmamıza neden olmadığını belirtmeliyiz. İran, müzakerelerin hem İran ve hem bölge ve P5+1 ülkeleri için faydalı olacağı nedeni ile müzakerelere katıldı ve yaptırımlar müzakere masasına oturmamıza neden olmadı" dedi.
Artık yaptırım uygulama ve baskı kurma döneminin bittiğini belirten Ruhani, "Güney Pars Doğalgaz Sahası'nın 12'inci fazı, bu sahanın en büyük fazıdır ve bu projenin açılışı, İran'ın uygulanan yaptırımları aştığının göstergesidir. Petrol endüstrisinde büyük başarlara imza attık ve tüm dünyaya İran petrol endüstrisinin tamemen bağımsız bir endüstri olduğunu gösterdik. Güney Pars sahasında önemli çalışmalara imza atıldı ve çalışmaları yapılan diğer projeler de gelişecektir" dedi.
ABD - SURIYE ve TÜRKİYE
Kerry: Esad ile görüşmek zorundayız
ABD Dışişleri Bakanı Kerry, Suriye’de iç savaşın bitmesi için ABD’nin eninde sonunda Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile müzakere etmek zorunda olduğunu söyledi.
Amerikan CBS televizyonuna konuşan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad ile müzakereye istekli olduklarını, “Sonunda müzakere etmek zorundayız. Her zaman Cenevre I süreci çerçevesinde müzakere etmekten yana olduk” sözleriyle ifade etti.
Müzakere masasına oturtmak için Esad’a baskının artırılması gerektiğini savunan Kerry, konuşmasında Washington’un savaşı bitirecek siyasi bir çözüm çabalarını canlandırmaya çalıştığını söyledi.
Esad yönetimi ile Suriye muhalefetinin bir kısmı, ilk kez geçen yıl ocak ayında İsviçre’nin Cenevre kentinde düzenlenen konferansta bir araya gelmişti. İki tur yapılan görüşmelerden sonuç alınamamıştı.
CIA BAŞKANI: ESAD’IN DEVRİLMESİNİ İSTEMİYORUZ
Amerikan Merkezi Haber Alma Örgütü CIA Başkanı John Brennan da dün sürpriz bir çıkış yaparak, Washington yönetiminin Suriye’de IŞİD gibi örgütlerin hakim olması tehlikesi nedeniyle rejimin yıkılmasını istemediğini söylemişti.
Brennan, ABD yönetiminin rejimin çökmesi halinde yerini kimin alacağına dair endişeleri olduğunu belirterek “Bence bu meşru bir endişe” demişti.
Beşar Esad, John Kerry’ye cevap verdi.
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin, Suriye’deki siyasi geçiş süreci konusunda “Esad’la müzakere etmek zorundayız” şeklindeki açıklamasına cevap olarak, “Dışarıdan yapılan açıklamalar bizi ilgilendirmiyor” ifadelerini kullandı.
Amerikan CBS televizyonunda dün yayınlanan röportajda John Kerry, “Sonunda Esad’la müzakere etmek zorundayız. Her zaman Cenevre I süreci çerçevesinde müzakere etmekten yana olduk” açıklamasını yapmıştı. Bunun üzerine Suriye Devlet Televizyonu’na konuşan Devlet Baikanı Beşar Esad, Kerry’nin bu açıklamalarına net bir ifadeyle cevap verdi. Kerry’nin açıklamasını nasıl değerlendirdiği sorulan Esad, “Hala dışarıdan yapılan açıklamaları duyuyoruz. Önce atılacak adımlara bakıp sonra karar vereceğiz” şeklinde konuştu.
Esad, “Daha evvel Suriye sorununa Esad gitmeden çözüm bulunamaz diyen ülkeler şimdi, Esad’la müzakere etmeden çözüme ulaşılamaz diyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz” şeklindeki soruyu ise, “Onlar benim kalmam veya kalmamam gerektiğini söyleseler de özellikle bu konuda önemli olan Suriye halkının görüşüdür. Bu nedenle krizin ilk gününden bugüne kadar geçen 4 yıl içerisinde söylenenler bizi ilgilendirmiyor. Biz, Suriye halkını dinliyor, onların tepkilerini, beklentilerini ve arzularını gözlemliyorduk. Sınırlarımızın dışından gelenler yalnızca bir süre sonra kaybolan laflar ve müdahalelerdi. Bu nedenle benim kalmamı veya gitmemi söylemeleri önemli değil. Önemli olan işlerin gerçekte nasıl ilerlediğidir” ifadeleriyle cevaplandırdı.
Ayrıca, muhalif teröristlere yabancı ülkelerden verilen desteğin sonlandırılması çağrısında bulunan Esad, Suriye’nin içerisinde bulunduğu duruma yönelik uluslararası tutumda bir değişim olmasının pozitif yönde bir adım olacağına vurgu yaptı.,
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin sözleri AKP’yi rahatsız etti
CIA Başkanı John Bremann’ın ardından ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Esat yönetimi ile görüşmelerin kaçınılmaz olduğu yönündeki sözleri yoğun tartışmalar yaratırken ABD’li medya, “Bu sözlerin en çok rahatsızlık yarattığı ülke hiç kuşkusuz Türkiye” diyor ve Türkiye’nin Esad ile müzakerelere karşı olduğunu söylüyor.
Suriye’de savaş, dördüncü yılına girerken John Kerry’nin “Eninde sonunda Esat’la görüşmek zorundayız” sözlerini, Suriye’deki pozisyonları yakın gelecekte değişeceğinin göstergesi olarak algılayan Amerika’nın Sesi (VOA), Kerry’nin ifadelerinin ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Marie Harf tarafından “Esat’la doğrudan görüşülmeyecek, ABD’nin politikasında değişiklik yok” şeklinde düzeltilse de Washington’un Esat’la diyaloga eskisi kadar kapalı olmadığını düşünüyor. VOA şöyle devam ediyor:
“Bu sözlerin en çok rahatsızlık yarattığı ülke hiç kuşkusuz Türkiye. Gösterilerin başladığı 2011 Mart ayında arabuluculuk rolüne soyunan Türkiye, aynı yılın Ağustos ayında Suriye yönetimiyle ilişkileri askıya aldı ve başta Beşar Esat olmak üzere Baas rejimine sert eleştiriler yöneltmeye başladı.”
Haberde “Her ne kadar bir ölçüde düzeltilse de en büyük müttefikinin en yetkili isimlerinden birinin ağzından dökülen sözler Ankara’da kaygıyla karşılandı” ifadeleri kullanılırken daha sonra ise Kerry’nin açıklamalarına Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun resmi ziyarette bulunduğu Kamboçya’dan “Esat’la müzakere edecek ne var? 200 binden fazla insan öldürmüş ve kimyasal silah kullanmış bir rejimle neyi müzakere edeceksiniz?” sözleriyle gösterdiği sert tepkiye dikkat çekiyor.