کارگر

کارگر

İran İslam İnkılabı Rehberi, ekonomik sorunların Lozan, Cenevre ve New York'ta çözülmeyeceğini belirterek, sorunların çözümü için yürtiçindeki üretimin güçlendirilmesi gerektiğini vurguladılar.
 

 MHA'nın haberine göre, İran'da kutlanan İş ve İşçi Haftası çerçevesinde işçileri kabul eden İran İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamenei, tüm devlet erkanı ve sorumluları yolsuzluk ve kaçakçılık ile ciddi bir şekilde mücadele etmeleri gerektiğini buyurdular. İmam Hamenei yaptıkları açıklamada, "İşçi toplumu ve tüm halkımızın yaşadığı ekonomik sorunların çözümü, ülke dışında değil ve ülke içrisindedir ve yürtiçi üretimin güçlenmesi ile gerçekleşebilir" dediler.

Hz. Ali (a.s.) ve İmam Cevad (a.s.)'nin doğum günlerini de kutlayan İran İslam İnkılab Rehberi, böylesi görüşmelerin iş ve işçinin değerine dikkat çekmek amacıyla gerçekleştiğini belirterek, "İşçi toplumu tüm zorluklar ve sorunlara rağmen, ülkenin gelişimi için çaba göstermiştir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'in bir işçinin elini öpmesi, sadece gösteriş amaçlı yapılan birşey değildir ve eğitim amaçlıdır" dediler.

İmam Hamenei ülkedeki sorunların çözümü ve Direniş Ekonomisi'nin erçekleşmesi için yürtiçi üretimin güçlendirilmesinin büyük önem taşıdığını vurgulayarak, "Bazı kesimler yaptırım ve baskı uygulanması ile yürtiçi üretimin güçlenmesinin gerçekleşemeyeceği görüşündeler. Kuşkusuz zalimce uygulanan yaptırımlar, sorunların gelişiminde etkisiz olmadı ama yaptırım ve baskı, organize edilen ve planlanan bir toplumsal çabanın önünü alamaz. Yaptırımlar bazı alanlarda daha fazla etki göstermiş olsa da, bazı alanlarda yürtiçi gelişim ve çabanın önüne geçememiştir. Yaptırımlar olmasaydı, bazı alanlarda gelişebilirdik. Ama öte yandan da petrol parasına dayanarak, şimdiye kadar elde ettiğimiz gelişimlere ulaşamama olasılığı da vardı. Ülke içerisindeki sorunları üretime dayalı yöntemler ile çöülmesi, ulusal zenginlik ve izeet duygusunu kazandıracaktır. Ülke içeirisnde ekonomi yapısı gibi tüm yapıların güçlenmesi, müzakere masasına oturan her müzakere heyetinin de güçlenmesini sağlayacaktır. Yoksa karşı taraf alakasız ve boş laflar söyleyecek ve durmadan istekler ve şartlar blirleyecektir" açıklamasında bulundular.

Açıklamalarının başka bir bölümünde ise ekonomik sorunları Lozan, Cenevre ve New York'ta çözülmeyeceğini söyleyen İran İslam İnkılabı Rehberi, ülkedeki tüm sorumluların ekonomik sorunların tek çözümü olan yürtiçi üretimin güçlendirilmesi ile ilgili sorumluluklarını yerine getirmelerini vurguladılar.

Güvenlik kuvvetleri sempozyumuna katılan polis teşkilatı komutanları, başkanları ve yöneticilerini kabul eden İmam Hamanei, toplumda  “Güvenliğin sağlanması için “Polis İktidarı” şarttır, ancak bu iktidar ve otorite, adalet, muhabbet ve merhametle birlikte olmalıdır” dedi.

Konuşmasının girişinde Receb ayını idrak etme saadetinden dolayı tebriklerini bildiren İslam İnkılabı Rehberi, bu ay ve Şaban ayının insanın ilahi değerleri elde etmesi ve Allah’a yakınlaşması ve mübarek Ramazan ayına girişin başlangıcı olduğunu belirterek, tüm halktan bu ayların bereketinden daha fazla yararlanmalarını istedi.

Şehirler arası yollarda gidiş gelişlerin güvenliği, şehirlerin güvenliği, sınırlar ve muhtelif merkezlerin güvenliği gibi güvenliğin muhtelif boyutlarında güvenlik güçlerinin kendisi için her hangi bir sınır tanımaması gerektiğini hatırlatan İmam Hamanei toplumun psikolojik güvenliğini temin etmenin çok önemli hususlardan biri olduğunu bildirerek, “Evlatlarının, cadde, sokak ve parklarda uyuşturucu müptelası olacağı veya gençlerin fuhuş ve günah amellere yöneleceklerinden duyulan korku nedeniyle ailelerin kaygısı gibi toplumda psikolojik güvensizliklerle mücadele fiziksel güvensizliklere karşı mücadeleden daha önemlidir ve bu gibi güvensizliklerle ciddi olarak mücadele edilmelidir” dedi.

İmam Hamanei, zenginlik sarhoşu bazı gençlerin lüks araçlarla sokaklarda tur atmasının, toplumdaki psikolojik rahatsızlık simgelerinden biri sayıldığını hatırlatarak, güvensizliğin çeşitli ebadı için polisin planlı olması ve mücadele etmesi gerektiğini belirtti.

İslam İnkılabı Rehberi toplumda güvenliğin oluşturulması zaruretinin polisin güçlü olmasını gerektirdiğini belirterek, polis kuvvetlerini, İran İslam Cumhuriyeti’nin “güvenlik ve hakimiyet sembolü” olarak niteledi ve güvenlik güçlerinin güçlü, muktedir olması gerektiğini bu iktidar’ın ise zulmetmek ve kontrolsüz hareket etmek anlamında olmadığını söyledi.

“Biz Hollywood, batılı toplumlar veya Amerikancı polis iktidarı peşinde değiliz” diyen İslam İnkılabı Rehberi, böyle bir iktidar ve kudretin güvenlik getiremeyeceği gibi hatta güvensizliğe neden olacağını bildirdi.

İslam İnkılabı Rehberi, amerikan polisinin siyah derilere karşı muamelesini, zalimce otorite örneği olarak nitelerken, başkanı bir siyahi olan ABD’de, siyahilerin polisin zulmüne ve hakaretine maruz kaldığını, bu tür tavrın, olaylara neden olduğunu vurguladı.

Allah Tebarek ve Taala’nın rahman ve rahim olduğu gibi aynı zaman alim azap sahibi de olduğu gibi İslam nizamının da istediği iktidar ve kudretin, adalet muhabbet ve merhamet yanında kararlılık olduğunu belirten Ayetullah Hamanei, güvenlik güçlerinin yaygın olarak halk ile ilişki içinde olması bakımından polis kurumu içinde personelin sağlıklı olmasının büyük önem taşıdığını ve halk karşısında ancak sağlıklı, kararlı, doğru bir gücün İslam cumhuriyeti nizamının onur ve haysiyetini koruyabileceğini söyledi.

İmam Hamanei ve Genel kumandan İmam Hamanei’nin konuşmasından önce İran İslam Cumhuriyeti Güvenlik Güçleri Komutanı Tuğgeneral Eşteri, polis teşkilatının program ve çalışmaları hakkında bir brifing sundu.

Dindar ve inkılapçı bir teşkilat olmaksızın, cihadi idarecilik ve seferberlik ruhu yaygınlaştırılmaksızın, ayrıca halk ve tüm organlarla dil ve gönül birlikteliği olmaksızın büyük adımların atılmasının mümkün olmadığını belirten Tuğgeneral Eşteri, İslam Cumhuriyeti ayarı ve şanında bir polis konumuna gelinmesi için kendi tüm sadakatli ve halis gayretlerini sarf edeceklerini söyledi.

leader.ir

Hz. Peygamber’den sonra, O’nun naibi ve İslam Ümmetinin önderi olan 12 İmam ve halifenin varlığına inanç, bizzat Resûl-i Ekrem’in sözlerinden kaynaklanmıştır ve geçmişi risâlet dönemine dek uzanmaktadır.

Özet

Hz. Peygamber'den sonra, O'nun naibi ve İslam Ümmetinin önderi olan 12 İmam ve halifenin varlığına inanç, bizzat Resûl-i Ekrem'in sözlerinden kaynaklanmıştır ve geçmişi risâlet dönemine dek uzanmaktadır.

İslam ümmetinin birincil kaynaklarının incelenmesi sonucu, Şiî ve Sünnî tüm Müslüman bilginlerin Resûl-i Ekrem'in (s.a.a.) 12 halifesi hakkında naklettikleri en az üç sahih hadisle karşılaşmaktayız. Bu makalemizde ilk önce bu hadislerin metni, takiben de senedsel incelemesi ve yazılışlarının tarihsel seyri ele alınacak ve son olarak da içerikleri değerlendirilecek.

Hadis Metinleri

İlk hadis, Resûlullah'tan (s.a.a.) sahih bir senetle nakledilen Cabir bin Semure rivayetidir. Bu rivayeti büyük hadis hafızlarından önemli bir grup farklı tarikler ve değişik lafızlarla kendi eserlerinde nakletmiştir. Ezcümle:

1. Hafız Ebu Abdullah Muhammed bin İsmail Buharî, söz konusu hadisi iki kez ve iki senetle Cabir bin Semure tarikiyle Hz. Peygamber'den (s.a.a.) nakletmektedir. Şöyle ki:

“(Benden sonra) 12 emir olacak. Ardından Peygamber işitmediğim birşey söyledi. Babam şöyle dedi. Resûlullah buyurdu ki ‘Hepsi de Kureyş'tendir.'” (Buharî, Sahih, tarihsiz, 127/8; İbn Kesir, 1408, 153/1; İbn Hanbel, tarihsiz, 90/5, 93, 95; Beyhakî, 1405, 569/6; Taberanî, 1404, 277/2)

Buharî diğer eseri Tarihü'l-Kebir'de başka bir senetle yine Cabir'den şöyle nakletmiştir: “Bu emr/iş/hilafet 12 emir olduğu sürece var olacaktır.” (Buharî, Tarihü'l-Kebir, tarihsiz, 185/3)

2. Müslim bin Heccac Kuşeyrî Nişaburî, Sahih'inde bu hadisi farklı senetlerle sekiz kez (Şeyh Süleyman Kunduzî şöyle yazıyor: Müslim bu hadisi 9 kez nakletmiştir, fakat bugün Sahih'inde 8 rivayet mevcuttur. Muhtemelen dokuzuncu rivayet Müslim'in diğer eserlerinde olsa gerektir. Bkz. Kunduzî, 1413, 533/2) nakletmiştir. Cabir bin Semure'den naklettiği rivayetlerden biri şöyledir: “Eslemi'nin recmedildiği Cuma akşamında Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu işittim: ‘Kıyamet kopana kadar bu din kaim olacaktır'; ya da ‘Üzerinizde, hepsi de Kureyşten olan 12 halife olacak.'” (Müslim, 1398, 1. Bab, 10. hadis)

3. Tirmizî de Cabir hadisini Sünen'inde iki tarikle nakletmiştir. Bu iki naklin birinde Resulullah'tan (s.a.a.) rivayet edilmiştir ki: “Benden sonra 12 emir olacaktır, hepsi de Kureyş'tendir.” (Tirmizî, tarihsiz, Kitabü'l-Fiten, 46. Bab, 2223. Hadis; Taberanî, 1404, 214/2)

4. Ebu Davud Sicistanî de bahsi geçen hadisi Sünen'inde üç tarikle nakletmiştir. Ebu Davud'un nakillerinden biri şöyledir: “Bu din, üzerinizde hepsi de Kureyş'ten olan 12 emir oldukça devam edecektir.” (Ebu Davud, tarihsiz, Kitabu'l-Mehdi, 1. Hadis; Suyutî, 1406/18)

5. Ahmed bin Hanbel de bu hadisi kitabında 32 kez nakletmiştir. Ahmed'in Cabir tarikiyle naklettiği rivayetlerden birine göre Resul-i Ekrem (s.a.a.) “Bu ümmet için 12 halife olacaktır... Hepsi de Kureyş'tendir” diye buyurmuştur. (İbn Hanbel, tarihsiz, 106/5; Muttekî Hindî, 1409, 33/12).

Bahsi geçen kişilerden haricinde pek çok diğer Ehl-i Sünnet âlimi de rivayeti sahih senetlerle eserlerinde kaydetmiştir. Ezcümle: Hâkim Nişaburî (tarihsiz, 618/3), Suyutî (10, 1406), Hatip Bağdadî (tarihsiz, 263/6 ve 353/14), Ebu Nuaym İsfehanî (1409, 333/2), Beyhakî (1405, 520/6), Mansur Ali Nasif (tarihsiz, 39/3), Ebu'l-Kasım Taberanî (1404, 195/2), Askalanî (211/13, 1421), Hatib Tirmizî (Hadis No: 5974, 1411), Nasirüddin Albanî (63/3, 1415) ve onlarca diğer kaynak.

Hadisin Senedi

Bahsi geçen hadisin sıhhatinde Ehl-i Sünnet ve Şia ittifak etmiştir. Yapılan incelemeler sonucunda her ne sebeple olursa olsun bu hadisin senedinin zayıflığından bahseden tek bir kaynağa bile rastlanmamıştır. Hadisin senedinde bulunan kişilerin hepsi kendi asırlarının birinci sınıf muhaddis ve fukahası arasında yer almaktadır. Tirmizî bu rivayeti naklettikten sonra “Hadis iyi ve sahihtir” demektedir (tarihsiz, 46. Bab). Nasirüddin Albanî de “Hadisin senedi sağlamdır ve ricâli de güvenilirdir” yorumunu yapmaktadır (1415, 63/3).

İkinci hadis, Hz. Peygamber'in (s.a.a.) başka bir sahabesi Ebu Cuheyfe'den nakledilmektedir. O Resulullah'tan (s.a.a.) şöyle naklediyor: “Ümmetimin işi (emri) hepsi de Kureyş'ten olan 12 halife geçtiği sürece salih olacaktır.” (Buharî, tarihsiz, 411/8; Hâkim Nişaburî, tarihsiz, 618/3; Heysemî, 1414, 345/5; Taberanî, 1404, 120/22; Askalanî, 1421, 211/13)

İkinci hadis de sened açısından sahihtir. Heysemî Mecmeu'z-Zevaid'inde hadisi naklettikten sonra “Senedindeki ricâl sahihtir” diye yazmaktadır. (1414, 345/5)

Üçüncü hadis Resul-i Ekrem'in (s.a.a.) bir başka sahabesi Abdullah bin Mesud'dan rivayet edilmiştir. Tabiînin seçkin hadis hafızlarından ve büyük fakihlerinden olan Mesruk bin Ecde şöyle diyor:

“Mescidde Abdullah bin Mesud'un yanında oturmuştum ve o bize Kur'an tilavet etmekteydi. Birisi ona ‘Ey Ebu Abdurrahman, Resûlullah'a bu ümmete kaç halifenin olacağını sordun mu?' diye sual edince İbn Mesud ‘Bana öyle birşey sordun ki Irak'a geldiğimden beri kimse bana bunun hakkında birşey sormamıştı' dedikten sonra ‘Evet, biz Resûlullah'a bunu sorduğumuzda ‘İsrailoğullarının nakipleri sayısınca 12 kişi (halife olacaktır)' diye cevap verdi.” (İbn Hanbel, tarihsiz, 55/2; Hâkim Nişaburî, tarihsiz, 501/4; Zehebî, tarihsiz, 501/4; Heysemî, 1414, 344/5; Askalanî, 1421, 212/13; Ebu Yala Musulî, 1404, 267/2; İbn Hacer Mekkî, tarihsiz, 20; İbn Hammad, 1414, 52; Askalanî, tarihsiz, 197/2; Suyutî, 1406, 10; İbn Asakir, 1407, 118/5; Münavî, tarihsiz, 458/2)

Yukardaki üç hadisi İmâmîyye Şiasına mensup âlimler de eserlerinde nakletmişlerdir. (Numanî, tarihsiz, 107-113 ve 125). Numanî Cabir'in hadisini Enes bin Malik tarikiyle de nakletmektedir. (age, 119)

Dördüncü asrın diğer iki Şiî âlimi Şeyh Saduk (1403, s. 466 ve sonrası) ve Hezzaz Kummî (1401, s. 23, 49) de yukarıdaki hadisi nakletmiştir. Hazzaz Kummî, Cabir bin Semure hadisini Enes bin Malik ve Ömer bin Hattab'dan da nakletmiştir (a.y., 76,77,91).

Ehl-i Sünnet'in büyük hadis bilgini Ebu'l-Kasım Taberanî ise Cabir bin Semure hadisini sahabeden Sad bin Ebi Vakkas tarikiyle nakletmiştir. (Taberanî, 1404, 197/2).

Hadislerin Yazılışının Tarihsel Seyri

Cabir bin Semure'den nakledilen hadis, yazılış itibariyle Ebu Cuheyfe ve İbn Mesud hadisinin yazılışından onlarca yıl önce hadis kitaplarında yer almıştır.

İmam Cafer Sadık (a.s.) henüz dünyadan göçmemişlerdi ki Leys bin Sad (ö. h. 175) bu hadisi Emâlî isimli kitabında kaydetmiş idi (İbn Şehrâşub, 1328, s. 56). Ebu Davud Tayalisî de ikinci asrın tamamlanmasından önce (ö. h. 204) bu hadisi Müsned'inde nakletmişti. Onun ardından Nuaym bin Hammâd (ö. h. 228) Kitabu'l-Fiten'inde, Ali bin Ca'd Cevherî (ö. h. 230) Müsned'inde, İbn Ebi Şeybe (ö. h. 231 ya da 235) Musannef'inde, Ahmed bin Hanbel Şeybanî (ö. h. 241) Müsned'de, Muhammed bin İsmail Buharî (ö. h. 256) Sahih'inde, Müslim bin Haccac Kuşeyrî (ö. h. 261) Sahih'inde, Ebu Davud Sicistanî (ö. h. 275) Sünen'inde, Tirmizî (ö. h. 279) Sünen'inde, Ebu Yala Musulî (ö. h. 307) Müsned'inde ve Ebu'l-Kasım Taberanî (ö. h. 360) Mucemu Kebir'de bahsi geçen hadisleri zabtetmişlerdir.

Yukardaki kişiler ilk üç asırda 12 İmamla ilgili olan üç tür hadisin râvilerinin bir kısmıdır.

Sözü geçen kişilerin çok az bir kısmı Şiîdir ve onlardan birkaçı da Buharî ve Müslim'in hadis naklettiği yüz küsür Şiî râvi arasında yer almaktadır. Bu kişilerin çoğu Ehl-i Sünnet'in hadis hafızları ve râvilerindendir. Ve yine geçtiği üzere Ehl-i Sünnet bilginleri Şiî muhaddislerden yıllar önce eserlerinde bu rivayetlere yer vermişlerdi. Şiî ulemasının kitaplarında ise üçüncü hicrî asrın sonuna dek genel olarak bu hadislerin izine rastlanılmamaktadır. Bu nedenledir ki hiç kimse Şiîlerin bu hadisleri kendilerine ait sonraki nazariyeyi (İmamların sayısıyla ilgili) doğrulamak için uydurduklarını iddia edemez. Bu hadisler açık bir şekilde, Peygamber'in ardılı ve İslam Ümmetinin önderi olarak 12 İmam ve halifenin varlığına inancın bizzat Resûlullah'ın (s.a.a.) mübarek eliyle temellendirildiğini ve İslam'ın kesin inançları arasında yer aldığını göstermektedir. Aynı şekilde ilk üç hicrî asırda da bu inancın yaygın olduğu ve sadece Şiîler arasında değil Ehl-i Sünnet arasında da buna şüphe duyulmadığı belli olmaktadır. Elbette bu 12 halifenin kim olduğu noktasında Şiî ve Sünnî ulema arasında ihtilaf varsa da, bu durum bu inancın aslına zarar vermemektedir.

Hz. Peygamber'in (s.a.a.) halifesi olan 12 İmamın varlığına olan inancın bizzat Allah ve Resûlü tarafından tesis edildiği belli olduğuna göre, ilk üç hicrî asrın bir döneminde Müslümanların bir kısmının bilgisizlik ya da düşmanların propagandalarının etkisiyle üç, altı ya da yedi İmam'da tevakkuf etmeleri de bu kesin dinî ilkeye zarar vermeyecektir.

Şu da kayda değerdir ki bahsi geçen üç tür hadisin ilk üç asrın Ehl-i Sünnet ravileri tarafından nakledilmesiyle eşzamanlı olarak İmâmîyye Şiası'nın muhaddisleri de Resûl-i Ekrem'den ya da Masum İmamlardan (s.a.a.) 12 İmam hakkında nakledilen Şia'ya özgü hadisleri yaygın bir şekilde nakletmekteydiler. Bu rivayetler Merhum Kuleynî'nin Usulu Kâfi'si, Muhammed bin İbrahim Numanî'nin Kitabu'l-Ğaybe'si, İbn Babeveyh Kummî'nin Kitabu'l-Hisal'i ve Hazzaz Kummî'nin Kifayetü'l-Eser'i gibi eserlerde ve Ali bin İbrahim Kummî'nin Tefsiru Kummî'si, Muhammed bin Mesud Ayyaşî'nin Tefsiru Ayyaşî'si ve Huveyzî'nin Nuru's-Sakaleyn'i gibi Şiî rivayet tefsirlerindeki velayet ayetlerinin açıklamasında (özellikle Ulu'l-Emr ayeti, Nisa 59) kaydedilmiştir.

Hadislere Göre İmamların Özellikleri

Hadislerde bahsi geçen 12 halifenin önemli özellikleri şunlardır:

1. Sayıları 12 kişiden müteşekkildir. (Müslim, 1398, Kitabü'l-İmare, Bab 1; İbn Hanbel, tarihsiz, 5/90, 93, 95, 106).

2. Hepsi de Kureyş'tendir. (Buharî, 1401, 8/127; Beyhakî, 1405, 6/561).

3. Bu 12 kişi Ümmetin bir bölümünün değil tamamının halifesidir. (İbn Hanbel, tarihsiz, /106; Taberanî, 1404, 2/198; Mutteki Hindî, 1409, 12/33, İbn Mesud'un hadisi: İbn Hanbel, tarihsiz, 2/55; Hâkim Nişaburî, tarihsiz, 4/501; Heysemî, 1414, 5/344 ve Ebu Cuheyfe hadisinde: Hâkim Nişaburî, tarihsiz, 3/418; Heysemî, 1414, 5/190; Buharî, tarihsiz, 8/411).

Yukardaki rivayetlerde geçen “Ümmet” terimi Resûl-i Ekrem'in (s.a.a.) kıyamete kadarki tüm takipçilerini kapsamaktadır ve onu belli bir asrın Müslümanlarıyla sınırlandırmak için nedenimiz bulunmamaktadır. Hadis aynı şekilde Ümmet var oldukça bunlardan birinin kıyamet gününe kadar tüm Müslümanların halifesi olarak var olacağını ve Ümmetin öndersiz kalmayacağına da delalet etmektedir. Bu kişilerin tüm ümmetin halifesi olduğunun başka bir delili de hadisin değişik nakillerinde geçen ve süreklilik bildiren “la yezâl” ifadesidir (La yezâluddine kaimen hatta tekunu's-saat...) (Müslim, 1398, Kitabu'l-İmare, 1. Bab; Askalanî, 1421, 13/212; Albanî, 1415, hadis 376)

Aynı şekilde yukardaki hadisten 12 halifenin hilafet döneminin henüz sonlanmadığı ve kıyamete kadar devam edeceği ve bu nedenle Ehl-i Sünnet'in değil de Şia ulemasının görüşüyle uyumlu olduğu anlaşılmaktadır.

Ve yine Resûl-i Ekrem (s.a.a.) bu hadisle dinin devamının 12 İmamın varlığı ile kaim olacağını belirtmiştir. Bunun anlamı bu kişilerin hilafet dönemi bitmeden dinin hâkim olacağı ve sonlanmayacağıdır.

Bu kişilerin tüm ümmetin halifeleri olduğunu gösteren diğer lafızlar da hadisin farklı nakillerinde mutlak olarak geçen “badi” ve “min badi” (benden sonra) ifadeleridir (Taberanî, 1404, 2/216; İsfehanî, 1409, 4/333; Tirmizî, tarihsiz, 46. Bab, hadis 2223).

Yukarıdaki hadis Hz. Peygamber'den (s.a.a.) sonraki yüzyıllarda İslam Ümmeti için gelecek olan halifelerin 12 kişi olduğunu göstermektedir. Cabir hadisinde yukarıdaki tabir haricinde Resûl-i Ekrem'in (s.a.a.) 12 halifesinin hilafetinin devam edeceğinin başka işaretleri de mevcuttur. Ehl-i Sünnet'in sahihlerinde Resûlullah'ın (s.a.a.) “İki insan kaldığı sürece bu iş (emr) Kureyş'tedir” (Müslim, 1398, Kitabu İmare, 1. Bab; Buharî, Sahih, tarihsiz, 4/218 ve 9/78; İbn Hanbel, tarihsiz, 2/39, 93, 128) buyurduğu da geçmektedir. Bu hadisin delaleti gereğince İslam Ümmeti'nin tüm dönemlerinde dünyanın sonuna dek Kureyş'ten bir halife var olacaktır. Söz konusu hadis 12 İmam hadislerini tekmil etmekte ve şu anda da 12 Kureyşli halifeden birisinin İslam Ümmeti arasında mevcut olduğuna işaret etmektedir.

Aynı şekilde Resûlullah (s.a.a.) Hz. Mehdi'yi (a.s.) İslam halifelerinden biri saymıştır. Hadis hafızları Hz. Peygamber'in (s.a.a.) “Halifelerinizden biri malı hesapsız dağıtacak” buyurduğunu naklederler. (Müslim, 1398, Kitabu'l-Fiten, Hadis 68; İbn Hanbel, tarihsiz, 3/5, 37, 49, 60, 96, 317; Suyutî, 1414, 6/58; Hâkim Nişaburî, tarihsiz, 4, 454)

Ehl-i Sünnet bilginleri yukardaki hadislerin misdakını Hz. Mehdî olarak kabul etmiş ve bunlardan bir kısmı da bahsi geçen hadisler gereğince Hz. Mehdi'nin Hz. Peygamber'in (s.a.a.) 12 halifesinden biri olduğunu söylemiştir (Ebu Davud, tarihsiz, Kitabu'l-Mehdi; Suyuti, 1406, 10-12; İbn Kesir, 1408, 1/9). Bildiğimiz gibi Hz. Mehdi'nin en azından zahiri hükümeti ilerde, ahir zamanda gerçekleşecektir ve bunun anlamı Hz. Peygamber'in (s.a.a.) 12 halifesinin hilafetinin hala sürmekte olduğudur.

4. 12 halife hadislerinin başka bir özelliği de bu halifeler için bazı şartların zikredilmiş olmasıdır. Örneğin toplam12 kişidirler ve Kureyş kabilesindendirler, salih insanlardır, tüm Ümmetin halifesidirler ve varlıkları İslam'ın izzet nedenidir.

İslam Ümmeti de Hz. Peygamber (s.a.a.) tarafından tayin edilen bu şartları kabul etmekle yükümlüdür. Hz. Peygamber'in (s.a.a.) İslam Ümmetinin bu 12 halifesi için bazı şartları belirlemesi Müslümanlara halife tayininin kendilerinin değil Allah ve Resûlü'nün hakkı olduğunu açık bir şekilde beyan etmektedir. Zira eğer bu iş insanların hakkı olsaydı Hz. Peygamber'in (s.a.a.) onların bu hakkını göz ardı ederek halifeler için şartlar öne sürmesi anlamsız olurdu.

Hz. Peygamber'in (s.a.a.) halifeleri için bahsedilen bu şartlar cemaat imamı, kadı vs. için belirlenen şartlar cinsinden değildir. Çünkü cemaat imamı meselesinde herşeyden önce adet belirtilmemiştir. İkinci olarak da Hz. Peygamber'in (s.a.a.) bu ve benzer meselelerde belirlediği ilim ve adalet gibi şartlar geneldir ve her kavim ve kabileden insan için ulaşılabilir özelliklerdir. Fakat 12 halife için belirlenen Kureyş'ten olma şartı özeldir ve İslam dünyasının diğer insanlarından bu hakkı selbetmektedir. Hz. Peygamber'in (s.a.a.) halifesinin seçimini Ehl-i Sünnet gibi halkın hakkı kabul etmemiz durumunda Kureyşli olma şartını adaletsizlik olarak kabul etmek zorunda kalırız. Dikkat çekici bir nokta da Resul-i Ekrem'den (s.a.a.) nakledilen sahih hadislerin yukardaki konuyu apaçık bir şekilde doğrulamasıdır. Müslüman tarihçi ve siyercilerin kaydettiğine göre Resul-i Ekrem (s.a.a.) Beni Amir bin Sasaa kabilesine giderek onları Allah'ın dinine davet edip kendilerinden yardım istediğinde bu kabileden Bihre bin Feras isimli birisi cevaben "Eğer biz bu işte sana yardım etsek ve sonra da Allah seni düşmanlarına üstün kılarsa senden sonra bize yönetimden (emrden) bir şey var mı?" demiş, Allah Resulü de "Emr Allah'ındır ve dilediğine verir" diye cevaplamıştır. (İbn Hişam, tarihsiz, 2/66; İbn Kesir, 1408, 3/139-140; İbn Hibban, 1393, 1/89-90; Halebî, tarihsiz, 2/3; Kandehlevî, tarihsiz, 1/69)

Hz. Peygamber'in (s.a.a.) Bihre bin Feras'a verdiği cevap, İmâmîyye'nin Peygamber'in hilafeti meselesinin halkın değil Allah'ım emriyle belirlenmesi gerektiği şeklindeki görüşünü açık bir şekilde doğrulamaktadır. Cabir bin Semure hadisinin bazı nakillerinde de yukardaki anlamı doğrulayan bazı ifadeler geçmektedir "... Onlara düşmanlık duyanların düşmanlığı zarar vermez..." "Onları hor görenler onlara zarar vermez." (Taberanî, 1404, 256, 2073. Hadis; Mutteki Hindî, 1409, 12/33; Heysemî, 1414, %/345). Bu ifadeler Resûl-i Ekrem'in (s.a.a.) 12 halifesinin hilafetinin zorunlu olarak zahirî kudret anlamına gelmediğini, ilahî bir hak ve makam olduğunu göstermektedir. Zira eğer hilafetleri zahirî hükümet ve beşerî bir hak anlamında olsaydı, insanların onları yalnız bırakması ve onların da yenilgiye uğramaları durumunda bu açık bir zarar sayılırdı. Biz İslam hilafeti tarihine baktığımızda yukardaki hadislerle mutabık olan bir hilafet silsilesine rastlamamaktayız. Hz. Peygamber'den (s.a.a.) hemen sonra başlayan, 12 kişiden müteşekkil, tüm İslam Ümmetinin halifesi olup aynı zamanda da Kureyşli, salih ve liyakatli başka bir silsile mevcut değildir. (Tirmizî, tarihsiz, Kitabu'l-Fiten, 46. Bab; İbn Hanbel, tarihsiz, 5/92, 99, 108; Taberanî, 1404, 2/214, 216, 254, 255).

İşte bu noktada Resulullah'ın (s.a.a.) 12 halifeden kastının Ehl-i Beyt İmamları (a.s.) olduğunu kabul etmek zorunlu olmaktadır.

Yersiz Teviller

Bahsi geçen hadislerin senedinde hiçbir ihtilaf ve münakaşanın olmadığını gördük. Bu nedenle İslam âlimlerinin tartışmaları hadislerin delaleti ve 12 halifenin kimliği etrafında şekillenmiştir.

Şiî İmâmî ulema hiçbir ihtilaf olmaksızın görüş birliğiyle bu hadislerin misdakını (dış dünyadaki karşılığını) Resûlullah'ın Ehl-i Beyt'i (a.s.) olarak kabul etmiştir. Resûlullah'ın (s.a.a.) hilafetini halkın uhdesine bırakan Ehl-i Sünnet uleması ise 12 halife hadisleri için kabul edilebilir yorumlarda bulunmaya gayret etmiştir. (Öte yandan bir grup Ehl-i Sünnet bilgini de Hz. Peygamber'in (s.a.a.) bu hadisle maksadını derketmedeki acziyetlerini itiraf etmiş ve bunu sadece Allah bilir demişlerdir, mesela: İbn Cevzî, İbn Arabî Malikî vs.) Onlar bu hedefe ulaşmak için genellikle iki yöntemden yararlanmıştır.

1. Sıralı Yöntem

2. Seçme Yöntemi

Sıralı Yöntem

Onlar ilk çözüm olarak, Emevî nesline olan eğilimlerinden de destek alarak, Hz. Peygamber'den (s.a.a.) sonra kim hâkimiyet ve zahirî sultaya sahipse bunlar arasından en baştan on iki kişi saymış ve bunları 12 halifenin karşılığı kabul etmişlerdir. Bu çözüm yönteminde Yezid bin Muaviye, Mervan bin Hakem ve oğullarını bile Resûlullah'ın (s.a.a.) halifeleri arasında göstermiş, fakat Resûlullah'ın (s.a.a.) torunu Hasan bin Ali'yi (a.s.) ya da Ehl-i Sünnet'e göre en iyi Emevî halifesi olan Ömer bin Abdülaziz'i 12 sayısını aşmamak için buna dâhil etmemişlerdir. Kadı İyaz ve İbn Hacer Askalanî bu esas gereğince 12 halifeyi şöyle saymaktadır: 1. Ebu Bekir, 2. Ömer, 3. Osman, 4. Ali, 5. Muaviye, 6. Yezid, 7. Abdülmelik Mervan, 8. Velid bin Abdülmelik, 9. Süleyman bin Abdülmelik, 10. Yezid bin Abdülmelik, 11. Hişam bin Abdülmelik, 12. Velid bin Yezid bin Abdülmelik. (Askalanî, 1421, 13/214)

Seçme Yöntemi

Birinci yöntemi sorunlu bulan bir grup Ehl-i Sünnet âlimi başka bir hal çaresi düşündü. Onlar Emevî ve Abbasî yöneticileri arasında araştırma yapıp kendilerince amelleri daha iyi olanları seçtiler ve raşid halifeler olarak on ikisini belirlediler. Fakat bu yolun da birincisi gibi kabul edilmesi mümkün olmayan eksiklikleri barındırdığından gafil oldular.

Suyutî bu konuda şöyle diyor:

“12 halifeden sekizi şöyledir: 1. Ebu Bekir, 2. Ömer, 3. Osman, 4. Ali, 5. Hasan bin Ali, 6. Muaviye, 7. Abdullah bin Zübeyr, 8. Ömer bin Abdülaziz…”

Ardından Abbasi hâkimlerinden El Mühtedî ve Ez-Zahir'in de 12 halifeden olmalarına ihtimal veriyor ve devam ediyor:

"Fakat iki kişi daha geriye kalmıştır ki onların kim olduğunu anlamak için beklemek zorundayız. Bunlardan biri Hz. Peygamber'in Ehl-i Beyt'inden olan 'Mehdî'dir.” (Suyutî, 1406, s. 10-12) Fakat ikinci kişinin yerini boş bırakmış ve ismini anmamıştır. Bu nedenle Suyutî gibi büyük bir âlim gösterdiği tüm çabalara rağmen sadece kendi zannınca Hz. Peygamber'in (s.a.a.) 12 halifesinden on birini belirlemiş ve on ikincisini teşhiste aciz kalmıştır.

Ehl-i Sünnet'in Tevillerinin Eleştirisi

Bizim görüşümüze göre, daha doğrusu İslam Ümmetinin birincil kaynaklarına göre bahsi geçen yorumları hiçbir surette Resûlullah'ın (s.a.a.) hadislerinin gerçek bir tefsiri olarak değerlendirmek mümkün değildir. Bu tevillerin yanlışlığını gösteren bazı deliller şunlardır:

Hadislerdeki İmamların Özelliklerinin Tevillerle Uyumsuzluğu

Ehl-i Sünnet uleması 12 halife hadislerinin yorumlanmasında söz konusu edilen halifelerin iki özelliğine vurgu yapmış ve İmamların çok önemli olan diğer özelliklerini göz ardı etmiştir. Onlar sadece 12 sayısına ve halifelerin Kureyşli oluşuna teveccüh ederek tevillerinde sadece bu iki özelliğin sağlanmasına önem vermişler, tüm İslam ümmetinin halifesi olmak gibi önemli hususiyetleri bilerek ya da gafletle göz ardı etmişlerdir. Daha önce geçtiği üzere İmamlar Ümmet var oldukça Resûlullah'ın (s.a.a.) halifesi olarak baki kalacaklardır. Bu nedenle Ehl-i Sünnet âlimlerinin onların hilafetini birinci ve ikinci hicrî asırla sınırlandırmak istemeleri 12 halife hadisleriyle çelişmektedir.

Aynı şekilde bahsi geçen hadislerden anlaşıldığına göre dinin izzeti ve bekası 12 halifenin varlığına ve ilim, ahlak, maneviyat ve adalet kavramlarının onların gölgesindeki tahakkukuna bağlıdır. Fakat Emevî ve Abbasî idarecilerinin hayatında ilim, ahlak, maneviyat ve dinden eser gözükmemekte ve aksine zulüm, fesad, cinayet ve halkın haklarını yağmalamaktan başka birşeye rastlanmamaktadır. Böylesi insanlar nasıl olur da dinin izzet ve istikrar kaynağı olabilirler? Eğer bu Ehl-i Sünnet âlimlerinin dediği gibi 12 halifenin hilafet dönemi ikinci asrın ortasında bitecekse dinin bu tarihten sonraki izzetini kaybederek zelil olması gerekirdi.

Hz. Peygamber'in çocuğunun şehid edilip ailesinin esir alındığı, Resûlullah'ın (s.a.a.) şehrinin hürmetinin çiğnendiği, bir ordu ile Medine'ye saldırılıp Peygamber ashabının katledilerek evlerinin başlarına yıkıldığı ve Medine halkından geri kalanlardan köle olmak şartıyla biat alındığı, sonra da bu ordunun Kâbe'ye saldırarak ateşe verdiği Yezid'in asrında dinin aziz olduğu iddia edilebilir mi?

Ayrıca hadiste “Düşmanlarının düşmanlığı on iki halifeye zarar vermez” buyrulmaktadır. Eğer 12 halifeden kasıt Emevî ve Abbasî yöneticileri olmuş olsaydı -ki sahih tarihin şahitliğiyle hayatlarında din, iman, ilim ve ahlaktan hiç eser olmadığı bellidir- bu tarz zalim yönetimlere düşmanlık hiç şüphesiz ki onların zararına olacaktı. İmamların bu özelliği bu hadislerin misdakının Emevî ve Abbasî idarecileri olmadığını ve buradaki hilafetten kastın da illa zahiri hükümet anlamına gelmeyip düşmanlar tarafından zarara uğratılması mümkün olmayan, ilahi irade tarafından atanmış hilafet olması gerektiğini göstermektedir.

Delil Yoksunluğu

Ehl-i Sünnet âlimlerinin bu 12 imam hadislerini yorumlayıştaki bir diğer kusurları da hiçbirinin iddialarının ispatı için delil göstermemiş olmasıdır. Delilsiz sözün kimden gelirse gelsin kabul edilmesi mümkün değildir. Üstelik sözleri sadece delilden yoksun olmakla kalmamakta, aksi yöndeki pek çok delil ile de çürütülmektedir.

Hilafet Şartlarından Yoksunluk

Ehl-i Sünnet âlimleri Resûlullah'ın (s.a.a.) halifesi ve Müslümanların imamı için adalet ve ilim de dâhil olmak üzere pek çok şart koşmuştur. Örneğin:

“Halife adil olmalı ve içtihad derecesinde dinî ilimlere vakıf olmalıdır.” (Maverdî, tarihsiz, 20; Taftazanî, 1409, 5/243)

Gördüğümüz üzere isimleri Resûlullah'ın (s.a.a.) halifeleri arasında geçen Emevî ve Abbasî yöneticilerinin çoğu Ehl-i Sünnet'in kendi itirafına göre cahil, fasık ve zalim idiler ve adalet ve dinî ilimden yoksundular. Bu nedenle Ehl-i Sünnet'in kendi usulüne göre onlar için hilafet akdi söz konusu olmamıştır. Bunun karşısında yer alan Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s.) faziletleri ise her iki tarafın âlimleri tarafından kabul edilmektedir.

Hilafet ve İmamet'in İki Silsilesi

Resûlullah'tan (s.a.a.) hilafet, yönetim ve imamet hakkında nakledilen hadislerin toplamından anlaşıldığına göre O'ndan sonra aynı anda olmak üzere iki silsile halife ve hâkim gelmiştir.

a) Hak Halifeler: Şu ana dek kendilerinden söz ettiğimiz on iki halifedirler ve belirtildiği üzere Hz. Resûlullah (s.a.a.) onların sayısını ve özelliklerini beyan etmiştir. Halifelikleri de Hz. Peygamber'den hemen sonra başlamaktadır (benden sonra 12 halife olur). (Tirmizî, tarihsiz, 46. Bab; İbn Hanbel, tarihsiz, 5/92, 99, 108; Taberanî, 1404, 2/214, 216, 254, 255; Albanî, 1415, Hadis: 1705)

b) Batıl Halifeler: Resûlullah'tan (s.a.a.) nakledilen başka sahih hadislerde kendisinden kısa bir süre sonra büyük günah işleyen önderlerin geleceği belirtilmektedir. Ezcümle:

1. “Namazı öldürecekler.” (Müslim, 1398, Kitabu Mesâcid, Hadis: 238; Beyhakî, tarihsiz, 3/177; Taberanî 1404, 2/151; İbn Hanbel, tarihsiz, 5/169)

2. “ Benim hidayetimle yol bulmayacak ve sünnetimi takip etmeyecekler.” (Münzirî, 1388, 3/193; Hâkim Nişaburî, tarihsiz, 1/79; Heysemî, 1414, 5/445)

3. Arkalarında namaz kılınmaları liyaketine sahip olmadıklarından “Vacip namazları evlerinizde kılın, onlarla nafileleri eda edin” anlamındaki buyruklar (Beyhakî, 1405, 6/396; Beyhakî, tarihsiz, 3/182; Heysemî, 1414, 2/81; Müslim, 1398, 239; İbn Hanbel, tarihsiz, 5/169)

4. “Sözleri bilgecedir ama kalpleri murdardan daha kötü kokar.” (Heysemî, 1414, 5/429; Taberanî, 1404, 19/160)

5. “Bidatçidirler ve Mecusîlerden daha kötüdürler.” (Beyhakî, tarihsiz, 3/177, 183; İbn Hanbel, tarihsiz, 1/499; Heysemî, 1414, 5/424)

6. “Onları doğrulayıp yardım edenler cehennem ehlidirler.” (Tirmizî, tarihsiz, 3/358; Münzirî, 1388, 3/195; Hatib Bağdadî, tarihsiz, 5/362)

Eğer yukardaki hadislere insaf ve dikkatle bakar ve sahih tarihten yardım alırsak, özellikle de “benden sonra böyle olur”, “benden sonra böyle emirler olur” ifadelerine dikkat edersek bu tabirlerin yakın geleceğe delalet ettiğini ve Hz. Peygamber'in (s.a.a.) sahabesinin bu yötecilerin en azından bir kısmını derk edeceklerini anlarız.

Bu kişilerin Emevî idarecilerden başkası olması mümkün müdür gerçekten de?

Nevevî de Sahih-i Müslim'e yazdığı şerhte (1408, 5/145) yukardaki hadislerin misdakının Ehl-i Sünnet âlimlerinin on iki halife hadislerinin tefsirinde gösterdikleri kişilerle aynı olan Emevî idarecilere işaret ettiğini söyler.

Hilafetin Kureyş'le Sınırlandırılması

Ehl-i Sünnet âlimlerini 12 halife hadislerini tevcih etmede zor durumda bırakan bir mesele de Resûlullah'ın (s.a.a.) hilafetinin kıyamet gününe kadar Kureyş'e tahsis edilmiş bir hak olduğudur. Resûl-i Ekrem'in (s.a.a.) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“İki insan kaldıkça bu iş Kureyş'te kalacaktır.” (Buharî, Sahih, tarihsiz, 4/218, 9/78; İbn Hanbel, tarihsiz, 2/93, 128; Hatib Bağdadî, tarihsiz, 3/372)

Bu rivayetler gereğince İslam Ümmetinin vazifesi her asırda Kureyş'ten bir imamı izlemektir. Bu sözün doğruluğunun sıhhati Ehl-i Sünnet'in sahih hadis kitaplarıdır ve bunların şarihleri de söz konusu hadislerden bu noktayı çıkarmışlardır. Zira Buharî, yukardaki hadisleri “El umera mine'l-Kureyş” (İdareciler Kureyşlidir), Müslim “En nasu tebeu'l-Kureyş ve'l-hilafetu fi Kureyş” (halk Kureyş'e tabidir ve hilafet Kureyş'tedir), Tirmizî “Ma cae enne'l-hulefae min Kureyş ilâ en tekume's-Sâat” (Hilafetin kıyametin kopmasına dek Kureyş'te olduğu hakkında gelen rivayetler), Beyhakî “El-eimmetü min Kureyş” (İmamlar Kureyş'tendir), Muttekî Hindî de “El-Umera min Kureyş” (Yöneticiler Kureyş'tendir) baplarında zikretmişlerdir.

Gördüğümüz gibi bahsi geçen âlimlerin her biri bu rivayetleri 12 imam hadisleriyle yan yana ve aynı bapta zikretmiştir. Bu davranışları onların bakış açısına göre de bu 12 halifenin, her zaman için dünyada birisinin bulunacağı Kureyşli halifelerle aynı olduğunu göstermektedir. Yani hilafetin Kureyş'ten oluşu şartıyla on iki halife hadislerinin ikisi de tahakkuk etmiş olmaktadır. İbn Hacer Askalanî (1421, 13/118, 119), Kadı İyaz, Zebidî (tarihsiz, 2/231) ve İbn Hazm (tarihsiz, 359) “İmamın Kureyşli oluş şartı bütün ulema tarafından zorunlu görülmüştür, hatta öyle ki bu konuda icma olduğu görüşündedirler” diye yazmışlardır.

Kirmanî ise şöyle demiştir: “Devran, hiçbir döneminde Kureyşli bir halifenin varlığından yoksun kalmaz." (bkz. Askalanî, 1421, 13/117).

Nevevî ise şunları kaydeder:

"Bu ve benzeri hadisler hilafetin Kureyş'e mahsus olduğuna ve Kureyş'ten başkası için halifeliğin caiz olmadığına apaçık bir delildir. Bu durum sahabenin ve sonraki dönem Müslümanların icmasıdır. Ve Resûlullah bu hükmün kendisinden sonra dünyanın sonuna kadar yeryüzünde iki insan olduğu sürece devam edeceğini beyan etmiştir." (1407, 12/441-443)

Aynı şekilde Mübarekfurî Sünen-i Tirmizî'nin şerhinde şöyle yazıyor: "Dünya baki kaldığı sürece hilafet Kureyş'tedir. Resûlullah bu hükmün dünyanın sonuna kadar ve iki insan kaldığı sürece devam edeceğini söylemiştir." (ts. 6/481)

Bahsi geçtiği üzere Resûlullah'ın (s.a.a.) hadisleri ve Ehl-i Sünnet ulemasının açıklamaları Hz. Peygamber'in hilafetinin kıyamet gününe kadar Kureyş'e mahsus olduğunu açıkça göstermektedir. Bu esas gereğince de Hz. Peygamber'in takipçileri kıyamete kadarki tüm dönemlerde Kureyşli bir halifeye ve imama sahip olmalı ve onu takip ederek Resûlullah'ın sünneti ve dinî vazifeleriyle amel etmelidirler.

Resûlullah'ın (s.a.a.) sahih hadisleri her dönemde böyle bir halifenin mevcut olduğunu göstermektedir. Aksi halde bu hadislerin yalanlanması gerekecek ve Ümmet imkânsız olan bir şeyle yükümlü kılınmış olacaktır. Ehl-i Sünnet'in izlediği yol gereğince hâlihazırda böylesi bir halife mevcut değildir. Zira onların görüşüne göre Hz. Peygamber'in on iki halifesinin hilafet dönemi birinci ve ikinci asrın ortalarında son bulmuştur. Fakat Şia'nın bu hadisleri tefsirine göre şu an mevcut olan Ehl-i Beyt'ten Kureyşli halife bu on iki Peygamber halifesinin sonuncusu Hz. Mehdi-yi Mevûd'dur. Resûlullah'ın hadisleriyle tam olarak uyumlu olan yegâne görüş budur.

Her Dönem için İmam'ın Varlığının Zarureti

Ehl-i Sünnet'in sahih hadis kitaplarının, sünen ve müsnedlerin müellifleri sahabeden bazıları tarikiyle Resûlullah'tan (s.a.a.) her zaman için İslam Ümmetinin her bir ferdi için bir imam olduğunu nakletmişlerdir. Bu rivayetlerde bu kişiyi tanımanın din ile, tanımamanın ise cahiliye ile eşdeğer sayılan bir önemde olduğuna işaret edilmektedir. Zira Hz. Peygamber (s.a.a.) "Kim ölür de boynunda bir biat olmaz ise, cahiliye ölümüyle ölmüştür" diye buyurmaktadır (Müslim, 1398, Kitabu İmare, Hadis No: 58; Beyhakî, ts. 8/156; Taberanî, 1404, 19/335; İbn Hanbel, ts., 4/96). Başka bir hadiste de "İmamsız ölen cahiliye ölümüyle ölmüştür" denilmektedir (Ebu Davud, ts., 259; İbn Hanbel, ts. 3/446; Buharî, Tarihu'l-Kebir, ts. 6/445). Yukarıdaki rivayetlerin karşılığı elbette ki Emevî ve Abbasî yöneticileri ve onlara benzeyenler olamazlar. Zira onlar zalim idarecilerdirler ve Kur'an Müslümanları zalimlere yaklaşmaktan menetmiştir "Zalimlere meyletmeyin ki size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka veliniz yoktur." (Hud, 113)

Daha önce Resûlullah'ın (s.a.a.) Müslümanları zalim yöneticilere yaklaşmaktan şiddetle men ettiğini görmüştük. Yukarıdaki rivayetlerin tonlaması burada kastedilen imamın sıradan bir fert olmadığını ve seçkin bir dinî ve manevî bir şahsiyet olduğunu göstermektedir. Bu rivayetler üzerinde düşündüğümüzde, tanınmadan ölünmesinin cahilî ölümle eş sayıldığı kişinin Resûlullah'ın (s.a.a.) her asırda mevcut olan on iki halifesinden biri olduğuna şüphe kalmamaktadır.

Resûlullah'ın (s.a.a.) Son Halifesi Mehdî

Ehl-i Sünnet ulemasının başka bir sorunu da mütevatir olan on iki halife ve Mehdevîyet hadislerini yorumlamada baş göstermektedir. Zira bu hadislerden aşağıdaki şu sonuçlar elde edilmektedir:

1. Mehdî, İslam ümmetinin halifelerinden biridir ve hilafet dönemi ilk hicrî asırda değil ahir zamanda gerçekleşecektir: "Ümmetimin sonunda bir halife olacak ve malı hesapsız dağıtacaktır..." (Müslim, 1398, Kitabu'l-Fiten, Hadis No: 67; Hâkim Nişaburî, ts. 4/454); “Halifelerinizden biri malı hesapsız dağıtacak” (Müslim, 1398, Kitabu'l-Fiten, Hadis 68; İbn Hanbel, tarihsiz, 3/5, 37, 49, 60, 96, 317, 333; Ebu Yala Musulî, 1404/ 2, 421-480) ve “Tüm zamandan geriye tek bir gün bile kalsa Allah Ehl-i Beyt'imden bir kişiyi gönderir."

2. Mehdî Allah'ın halifesidir: "Şüphesiz o Allah'ın halifesi Mehdî'dir." (İbn Mace, 1395, Kitabu'l-Fiten, 23. Bab; Ebu Davud, ts., Kitabu'l-Mehdî; İbn Hanbel, ts. 1/99)

3. Mehdî'nin seçimi Allah'ın emriyledir, halkın uhdesinde değildir. "Şüphesiz Allah Ehl-i Beyt'imden bir kişiyi gönderir."

4. Mehdî, Resûlullah'ın (s.a.a.) Ehl-i Beyt'indendir: "Mehdî bizden, Ehl-i Beyt'tendir." (İbn Hanbel, ts., 1/84; Hâkim Nişaburî, ts., 4/557; İbn Mace, 1395, Hadis No: 4085). "Mehdî benim soyumdan, Fatıma neslindendir." (Ebu Davud, ts., Kitabu'l-Mehdî; Suyutî, 1414, 6/57)

Hz. Mehdî'nin varlığı Kur'an-ı Kerim, Sünnet ve tarih açısından kesin bir bilgidir. Ehl-i Sünnet ulemasının Hz. Peygamber'in (s.a.a.) açık tasrihiyle İslam Ümmetinin halifelerinden olduğu buyrulan Hz. Mehdî'yi on iki halifeden saymayıp Muaviye, Yezid, Mervan ve evlatlarını buna dâhil etme çabaları ise oldukça şaşırtıcıdır.

“Hepsi Kureyş'ten” mi, Yoksa "Hepsi Haşimoğlu" mu?

Bahsi geçtiği üzere 12 halife hadislerinin çoğunun sonunda "Hepsi Kureyş'tendir" buyrulmaktadır.

Fakat bazı nakillerin sonunda "Hepsi Kureyş'tendir" yerine "Hepsi Haşimoğullarındandır" deniliyor (Kunduzî, 1413, 2/533). Bu nakil her ne kadar fazla şöhrete sahip değilse de Ehl-i Sünnet'in muteber eserlerinde bunu takviye den karineler mevcuttur. Ezcümle:

1. Haşimoğulları seçkin bir sülaledir ve faziletçe de Kureyş'in hiçbir boyuyla mukayese edilemez. Haşimoğulları arasında yer alan Ali (a.s.) gibi şahsiyetlerin varlığı nedeniyle Kureyş'in diğer kabilelerinin zikri yersiz olacaktır. Vasıle bin Eska şöyle diyor: Resûlullah şöyle buyurdu:

"Allah İsmail oğullarından Kenane'yi seçti, Kenane'den Kureyş'i, Kureyş'ten Haşimoğullarını, Haşimoğullarından da beni seçti." (Müslim, 1397, Kitâbu Fezâil, 1. Bab; Tirmizî, ts., Kitâbu Menâkıb, 1. Bab)

Nevevî Sahihu Müslim şerhinde şöyle yazıyor:

"Ashabımız bu hadisle istidlal ederek Arap içersinde Kureyş'e ve aynı şekilde de Haşimoğullarına denk kimse olmadığı istidlalinde bulunmuştur." (1407, 15/41)

2. 12 halife hadisi iki kısımdan oluşmaktadır, hadisin ilk kısmını, yani "Benden sonra 12 halife olacak" cümlesini hadisin râvisi hiçbir şüphe olmadan Hz. Peygamber'den (s.a.a.) nakletmektedir. Fakat hadisin ikinci kısmı olan "Hepsi Kureyş'tendir" cümlesini bizzat kendisi işitmemiş, etrafındaki kişilere sormuş ve onlar da Hz. Peygamber'in sözünü ona bu şekilde nakletmişlerdir. Hadisin muhtelif rivayetlerinde geçen bazı noktalar "Hepsi Kureyş'tendir" sözünü şüpheli kılmaktadır. Örneğin hadisin başka nakillerinden biri "Hz. Peygamber'den şöyle işittim. 12 emir olacak. Sonra bir şey dedi ve ben işitmedim. Halk hepsi Kureyş'tendir dediğini zannetti" (Taberanî, 1404, 2/249) şeklindedir.

Gördüğümüz gibi "Hepsi Kureyş'tendir" cümlesinin Resûlullah'ın sözü olduğu kesin değildir ve bazı insanların ve Kureyşli muhacirlerin bir kısmının görüşürüdür. Başka bir nakilde de şöyle gelmiştir:

"Resûlullah'ın şöyle dediğini işittim: Kureyş'ten düşmanların kendilerine zarar vermeyeceği on iki kayyim olacak. Sonra arkama baktım ve bir grup insanın arasında yer alan Ömer bin Hattab'ı gördüm. Ömer ve beraberindekiler hadisin naklettiğim gibi olduğunu bana doğruladılar." (a. y., 256; Heysemî, 1414, 5/345)

Gördüğünüz üzere hadisin şimdiki hali olan "Hepsi Kureyş'tendir" sözünün tespitinde Ömer ona yardım etmiş ve hadisi yukarıdaki gibi kaydetmiştir. Ömer'in hadisi "Hepsi Kureyş'tendir" şeklinde tescil etmesi, hem de bunu Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hayatının son aylarında yapması manidar ve planlı bir girişimdir.

Ömer'in bahsi geçen hadisi Cabir bin Semure'ye, Hz. Peygamber'den (s.a.a.) sonra kendisi ve dostlarının hilafetine engel oluşturmayacak şekilde doğruladığı ve aktardığı anlaşılıyor.

3. Resûlullah'ın (s.a.a.) sözünün Cabir'e yetişmeyişinin nedeni hakkında Ehl-i Sünnet muhaddisleri Cabir'den bazı ifadeler nakletmişlerdir:

a) Ahmed bin Hanbel ve Taberanî şöyle nakletmiştir: "Ardından halkın sesi yükseldi ve konuşmaya başladılar ve bu nedenle Hz. Peygamber'in sözünü işitmedim..." (İbn Hanbel, ts., 5/99; Taberanî, 1404, 2/196)

b) Müslim'in (1398, Kitabu İmare, 1. Bab) ve Ahmed bin Hanbel'in (ts. 98, 101) naklinde "Ve bir kelime söyledi ama insanların gürültüsü bunu işitmeme engel oldu" denmektedir.

c) Ahmed bin Hanbel (ts. 5/93, 99) diğer bir nakilde şöyle yazıyor: "İnsanlar sürekli oturup kalkıyorlardı ve bu durum Peygamber'in sözünü işitmeme engel oldu."

d) Ahmed başka bir yerde de şöyle diyor: "Halk sesini yükseltmişti ve çığlıkları Hz. Peygamber'in sözünü işitmeme engel oldu."

Gördüğünüz üzere yukarıdaki sebepler Cabir bin Semure'nin Hz. Peygamber'in sözünü işitmesine engel olmuş. Bu durum Kureyşli muhacirlerin ve fikirdaşlarının Resûlullah'ın (s.a.a.) sözüne sinirlendikleri ve her ne surette olursa olsun Peygamber sözünün halkın kulağına ulaşmasına engel olmaya çalıştıklarını göstermektedir. Eğer Resûlullah'ın (s.a.a.) sözü "Hepsi de Kureyş'tendir" şeklinde bitseydi, Kureyşliler ve müttefiklerinin buna sinirlenmelerini gerektirecek bir durum olmaz, aksine bu durum gelecekteki hilafetlerine vurulacak onay mührü olduğundan sevinmelerine yol açardı. Bu nedenle Hz. Peygamber'in sözünün "Hepsi Haşimoğullarındandır" şeklinde olması ihtimali kuvvet kazanmaktadır, zira Resûlullah'tan sonrası için plan kuranları rahatsız edecek olan yegâne şey halifelerin Haşimoğullarından olacağının belirtilmesiydi.

Gördüğümüz üzere 12 halife hadislerini Ehl-i Beyt'ten (a.s.) olan On İki İmam dışında yorumlamanın mümkün olmadığı -velev ki "Hepsi Kureyş'ten" cümlesi doğru olsun- açıklık kazanmaktadır. Aksi takdirde bahsi geçen bu hadisleri anlamlandırmak mümkün olmayacaktır.

Kaynaklar

1. İbn Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, Beyrut, Darsadır, 1385

2. İbn Cevzî, el-Muntezem, Beyrut, Daru'l-Kutubi'l-İlmiyye, 1412

3. ..................., Tezkiretü'l-Havas, Beyrut, Müessesetü'l-Ehl-i Beyt, 1409

4. İbn Hibban, Muhammed, Kitabu's-Sikât, Beyrut, Daru'l-Fikr, 1393

5. İbn Hacer Mekkî, Ahmed, es-Savâiku'l-Muhrika, Kahire, ts.

6. İbn Hazm, el-Muhallâ, Beyrut, Daru'l-Âfâk, ts.

7. İbn Hammad, Nuaym, Kitabu'l-Fiten, Beyrut, Daru'l-Fikr, 1414

8. İbn Hanbel, Ahmed, Müsnedu Ahmed, Beyrut, Daru'l-Fikr, ts.

9. İbn Şehrâşub, Muteşâbihu'l-Kurân, Kum, Bidar, 1328

10. İbn Arabî Malikî, Arızatu'l-Ehvezî, Beyrut, Daru'l-Kutubi'l-Arabî, ts.

11. İbn Asakir, Tehzîbu Tarihi Dimeşk, Beyrut, Daru İhyai't-Turasi'l-Arabî, ts.

12. İbn İmad Hanbelî, Ebu'l-Felah Abdulhayy, Şezerâtu'z-Zeheb fi Ahbari min Zeheb, Beyrut, Daru'l-Afak el Cedide, ts.

13. İbn Kesir, el Bidâye ve'n-Nihâye, Beyrut, Daru'l-İhyai't-Turasi'l-Arabî, 1408

14. ............, Tefsiru'l-Kurâni'l-Azim, Beyrut, Daru'l-Marife, 1407

15. İbn Mace, Sünenu İbn Mace, 1395

16. İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, Beyrut, Daru'l-İhyai't-Turasi'l-Arabî, ts.

17. Ebu'l-Fida, İsmail, Tarihu Ebî'l-Fida, Beyrut, Daru'l-Marife, ts.

18. Ebu Davud, Süleyman bin Eşas, Sünenu Ebî Davud, Beyrut, Daru'l-Fikr, ts.

19. Ebu Yala Musulî, Ahmed bin Ali, Müsnedu Ebî Yala, Dimeşk, Daru'l-Memun, 1404

20. İsfehanî, Ebu Nuaym, Hilyetu'l-Evliya, Beyrut, Daru'l-Kutubi'l-İlmiyye, 1409

21. Albanî, Nasıruddin, Silsiletu's-Sahihiyye, Riyaz, Mektebetu'l-Meârif, 1415

22. Buharî, Muhammed bin İsmail, Tarihu'l-Kebir, Beyrut, Daru'l-Fikr, ts.

23. ..........., Sahihu Buharî, Beyrut, Daru'l-Celil, ts.

24. Beyhekî, Ahmed bin Huseyn, es-Sunenu'l-Kubra, Beyrut, Daru'l-Marife, ts.

25. .............., Delâilu'n-Nubuvve, Beyrut, Daru'l-Kutubi'l-İlmiyye, 1405

26. Tirmizî, Muhammed bin İsa, Sunen, Beyrut, Daru'l-İhyai't-Turasi'l-Arabî, ts.

27. Taftazanî, Sadeddin Mesud bin Ömer, Şerhul-Mekâsıd, tahkik, talik ve önsöz Dr. Abdurrahman Umeyre, Kum, Menşurat-ı Şerif Razî, h. 1406

28. Hâkim Nişaburî, Ebu Abdullah, el-Müstedrek ale's-Sahiheyn, Beyrut, Daru'l-Kutubu'l-Arabî, ts.

29. Halebî, Ali bin Burhaneddin, es-Siretu'l-Halebîyye, Beyrut, Mektebetu'l-İslamiyye, ts,

30. Hazzaz Kummî, Ali bin Muhammed, Kifayetu'l-Eser, Kum, Bidar, h. 1401

31. Hatib Bağdadî, Tarihu Bağdad, Beyrut, Daru'l-Kutubi'l-İlmiyye, ts.

32. Hatib Tebrizî, Mişkâtu'l-Mesâbîh, Beyrut, Daru'l-Fikr, h. 1411

33. Zehebî, Şemseddin, Telhisu'l Mustedrek, Beyrut, Daru'l-Kitabu'l-Arabî, ts.

34. Zebidî, Murteza, İthafu's-Sâdetu'l-Muttekîn, Beyrut, Daru'l-Fikr, ts.

35. Suyutî, Celaleddin, Durru'l-Mensur, Beyrut, Daru'l-Fikr, 1414

36. ………, Tarihu'l-Hulefa, Beyrut, Daru'l-Kalem, 1406

37. Saduk, Kitâbu'l-Hisâl, Kum, Camiatü'l-Müderrisin, h. 1403

38. Taberanî, Ebu'l-Kasım Süleyman bin Ahmed, el-Mucemu'l-Kebir, Beyrut, Daru İhyai't-Turasi'l-Arabî, h. 1404

39. Taberî, İbn Cerir, Tarihu't-Taberî, Beyrut, Daru İhyai't-Turasi'l-Arabî, ts.

40. Askalanî, İbn Hacer, el-Metâlibu'l-Âliye, Beyrut, Daru'l-Marife, ts.

41. ……….., Fethu'l-Barî fi Şerhi Sahihi'l-Buharî, nşr. Abdulaziz bin Abdullah ve Muhammed Fuad Abdulbakî, 3. Baskı, Beyrut, Daru'l-Kutubi'l-İlmiyye, 1421

42. Kunduzî Hanefî, Süleyman bin Abdullah, Yenâbiu'l-Mevedde, Kum, Razî, h. 1413

43. Kandehlevî, Muhammed Yusuf, Hayatu's-Sahabe, Beyrut, Daru'l-Marife, ts.

44. Maverdî, Ali bin Muhammed, Ahkamu's-Sultaniyye, Kum, Defter-i Tebliğat-i İslamî, ts.

45. Mübarekfurî, Muhammed bin Abdurrahman, Tuhfetu'l-Ehfezî, Şerhu Camii Tirmizî, Beyrut, Daru'l-Fikr, ts.

46. Muttekî Hindî, Ali, Kenzu'l-Ummâl, Beyrut, er-Risale, 1409

47. Mesudî, Murucu'z-Zeheb, Beyrut, Daru'l-Marife, h. 1404

48. Müslim, Sahihu Müslim, Beyrut, Daru'l-Fikr, h. 1398

49. Münavî, Muhammed, Feyzu'l-Kadir, Beyrut, Daru'l-Fikr, ts.

50. Münzirî, et-Terğîb ve't-Terhîb, Beyrut, Daru'l-İhyai't-Turasi'l-Arabî, h. 1388

51. Nasıf, Mensur Ali, et-Tâcu'l-Câmii'l-Usûl, İstanbul, Dar Temel, ts.

52. Numanî, Muhammed bin İbrahim, Kitabu'l-Ğaybe, nşr. Ali Ekber Ğaffarî, Tahran, s-Saduk, ts.

53. Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, Beyrut, Daru'l-Kalem, h. 1407

54. Heysemî, Nureddin, Mecmeu'z-Zevâid, Beyrut, Daru'l-Fikr, h. 1414

(İlahiyat ve Hukuk Dergisi, Yaz, 1386, 24. Sayı)

Gulam Hüseyin Zeynelî (Araştırmacı Yazar)

Çev: Ozan Kemal Sarıalioğlu

medyasafak.com

Cumartesi, 25 Nisan 2015 18:19

Bakara Suresinin Tefsiri (70 – 86)


قَالُواْ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّن لَّنَا مَا هِيَ إِنَّ البَقَرَ تَشَابَهَ عَلَيْنَا وَإِنَّآ إِن شَاء اللَّهُ لَمُهْتَدُونَ (70)

70-“Rabbine bizim adımıza yalvar da, mahiyetini bize bildirsin, çünkü sığırlar, bizce, birbirine benzemektedir. Allah dilerse biz şüphesiz hidayeti bulmuş oluruz” dediler."

Mesajlar ve Nükteler:

1- Vesvese yasaktır ve her işte itidalli olmak bir değerdir. Bazen insanlar çok sade işaretler görünce yakin etmektedirler. Ama bazıları apaçık beyanlara rağmen vesveseye düşüyorlar. “İnek kesmenizi”

2- Feri meselelerde sürekli sorulan sorular insanı asıl meselelere teveccühten alı koyar.


3- Bazen soru; araştırma ve ilmin göstergesidir. Bazen de inat ve yüksünmenin göstergesidir.

4- Hadiste şöyle yer almıştır: “İsrailoğuları onca yüksünmelere ve inatlara rağmen “İnşallah” dedikleri için yine Allah’ın affına mazhar oldu. Aksi taktirde asla hidayete eremezlerdi."

قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ لاَّ ذَلُولٌ تُثِيرُ الأَرْضَ وَلاَ تَسْقِي الْحَرْثَ مُسَلَّمَةٌ لاَّ شِيَةَ فِيهَا قَالُواْ الآنَ جِئْتَ بِالْحَقِّ فَذَبَحُوهَا وَمَا كَادُواْ يَفْعَلُونَ (71)

71- “Yeri sürüp, ekini sulayarak boyunduruk altında ezilmemiş, kusursuz, alacasız bir sığır olduğunu söylüyor” dedi. “şimdi hakkı bildirdin” deyip sığırı boğazladılar; az kalsın bunu yapmayacaklardı. ”

Mesajlar ve Nükteler

1- İlahi emirleri uygulamada aşk gereklidir. Aşk ve sevincin olmadığı işler kınanmıştır: “Az kalsın bunu yapmayacaklardı. ”

2- Projeleri uygulamada çalışan üretim araçlarını ve ekonomik kaynakları yok etmeyiniz. “ekini sulayarak boyunduruk altında ezilmemiş... ”

3- Allah yolunda tüketilenler sağlam olmalıdır. “Kusursuz” ilginçtir hac seferinde Allah’ın evini ziyaret edenlere Kurban bayramında da kusursuz hayvan kesmeleri emredilmiştir.

4- Yahudiler peygamberlerine karşı edepsiz idiler. “şimdi hakkı bildirdin”dediler. Sanki Peygamber daha önce haşa batılı bildirmişti.

5- Gurur ve heves insanı sadece arzularına uyduğu taktirde olayları hak olarak adlandıracak bir konuma düşürmektedir. “Şimdi hakkı bildirdin”

وَإِذْ قَتَلْتُمْ نَفْساً فَادَّارَأْتُمْ فِيهَا وَاللّهُ مُخْرِجٌ مَّا كُنتُمْ تَكْتُمُونَ (72)

72- “Hani siz bir kimseyi öldürmüş ve bunu birbirinize atmıştınız; oysa Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır. ”

Tefsir

Cinayet olayı önceki ayetlerde detaylıca beyan edilmiştir. Ama bu ayette yeniden uyarmak için olay özetle ve tümel olarak beyan edilmiştir. İsrailoğulları’nın bir cinayet işlediğini ve bunu birbirinin üzerine attıklarını beyan etmektedir. Ayetteki “İddare’tum” kelimesi def etme manasına gelen “deree” kökünden türemiştir. Allah ineğin boğazlanmasını ve bir parçasının ölüye vurulmasını emrederek ölüyü diriltmiş ve ölüye katilinin kim olduğunu söyleterek bu sırrı ifşa etmiştir. Bu olay herkes için bir uyarıdır. Çünkü Allah herkesin yaptığı kötü işleri açığa vurma gücüne sahiptir.

Mesajlar ve Nükteler

1- Her kim başkalarının günahına razı olursa o günaha ortaktır ve günah ona da isnat edilir. “hani öldürmüştünüz. ”

2- Bazen insan suçsuz görünerek ve o suçu başkalarına isnat ederek en son hilelere baş vurur. Halbuki bilmemektedir; zira Allah dilerse iki ölüden bir canlı yaratarak dahi olsa olayı aydınlatacaktır.

3- Allah çok defa suçluları ifşa etmiştir. “Oysa Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır. ”

Durr’ul-Mensur’da şu hadis nakledilmektedir. “Eğer insan hiçbir yerden gözükmeyen sağlam kayalar içinde dahi kötü bir iş yapacak olursa Allah (dilerse)onu insanlara ifşa eder. ”[1]

4- Bir başka rivayette şöyle yer almıştır: “orta yaşlı sarı renkli inek bir gencin evindeydi. Ahırın anahtarı ise içerde uyuyan babasının yastığının altındaydı. Bu genç adam babasını uyandırmamak için kendisine teklif edilen büyük paralara rağmen ineği satmaktan vazgeçti. Allah da babasına gösterdiği bu saygıdan dolayı İsrailoğulları’na sadece o gencin evinde bulunan ineğin özelliklerini beyan etti. Böylece illa da o ineğin çok büyük parayla alınmasını sağladı. Hz. Musa da şöyle buyurdu: “Bakınız iyilik sahibi iyi niyetiyle nasıl mükafatlandırılmaktadır!”[2]

فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَا كَذَلِكَ يُحْيِي اللّهُ الْمَوْتَى وَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ (73)

73- “Sığırın bir parçasıyla ona vurun” dedik. İşte böylece Allah ölüleri diriltir ve aklınızı kullanasınız diye size ayetlerini gösterir. ”

Mesajlar ve Nükteler

1- İnsanların itminan ve itimadını kazanmaya çalışın. Hz. Musa ineğin bir parçasını ölüye vurma işini bizzat yapmadı. İnsanlara “siz kendiniz yapın” dedi. “Ona vurun”

2- Bu ayet Allah’ın dünyada ric’at (dönüş) ahirette de hesap için ölüleri diriltmedeki gücünün göstergesidir.

3- İlahi kudretin örneklerini görmek insanların sürekli düşünmesi için olmalıdır; bir anlık şaşkınlığı için değil. “aklınızı kullanın”

4- Ölünün dirilmesi veya canlının ölmesi Allah’ın iradesiyledir. Allah dilemezse bütün canlılar toplansa bir tek sinek yaratamazlar. Ama Allah dilerse iki ölüyü birbirine vurarak canlı yaratır.

5- “Aklınızı kullanınız” kelimesi “umulur ki, diye” kelimesiyle bir arada zikredilmiştir. Zira insanın ruhi ve fikri fezası kirli ve bulanık olursa ilahi ayetleri/mucizeleri görmek dahi insanın aklını başına getirmez.

ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُم مِّن بَعْدِ ذَلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ أَوْ أَشَدُّ قَسْوَةً وَإِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الأَنْهَارُ وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَاء وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّهِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ (74)

74- Sonra kalpleriniz yine katılaştı, taş gibi, hatta daha da katı oldu. Nitekim taşlar arasında kendisinden ırmaklar fışkıran vardır; yarılıp su çıkan vardır; Allah korkusundan yuvarlananlar vardır. Allah yaptıklarınızı bilmez değildir. ”

Tefsir

Önceki ayetlerde bir çok ilahi lütuflar ve mucizeler (Firavun’dan kurtuluş, denizin yarılması, buzağıya tapanların affedilmesi, en iyi yiyeceklerin inmesi, bulutların gölge yapması, masum peygamberin önderliği…) hatırlatıldı. Ardından cinayeti ve Allah’ın mucizesiyle katilinin ifşa edilmesi dile getirildi. Bu ayette ise onca ayet ve mucizelerini görmelerine rağmen içlerindeki kin ve inattan dolayı kalplerinin katılaştığı, taşlaştığı ve hatta taştan daha katı hale geldiği beyan edilmektedir.

Mesajlar ve Nükteler

Kasavet ve taş kalplilik ruhsal hastalıkların en zor ve kötü olanıdır. Bu hastalık insanın sürekli inatçılığından oluşmaktadır. “Sonra kalpleriniz yine katılaştı”

2- İlahi mucizeleri ve lütufları görmek bir grubun huzur, iman artışı, ibadet ve şükrüne sebep olurken bir grubun da katılaşmasına, taşlaşmasına neden olmaktadır. Bu insanların hareket ve tutumuyla ilgilidir. Tıpkı bir anahtar gibi bir tek hareketle kapıları kapatmakta, aynı kilit başka bir hareketle de bütün kapıları açmaktadır. Yani bir kilit hem açıcıdır, hem de kapatıcı. İşte Kur’an da müminler için şifa ve rahmet iken, zalimler için ziyan ve zarar nedenidir. [3]

“Yağmurun ki letafetinde şüphe yok,

bahçede lale yetiştirir, tuzlakta kuru ot”

3- Kalpler inat ve kin sebebiyle katılık, sertlik, durgunluk ve başkalarının gelişmesine engel olmak hususunda taşlaşmaktadır.

4- Cansızlar bile bir yere kadar şuur sahibidirler. İlahi korku ve haşiyeti derk etmekte ve tepki göstermektedirler. “Allah korkusundan yuvarlananlar vardır. ”

“Açık ve gizli bütün alem,

gece gündüz sana diyorlar.

Biz duyucuyuz görücü ve akıllı.

Biz siz namahremlere sessiziz.

Suyun, toprağın ve gülün,

Gönül ehlinin anladığı bir dili var. ” 

أَفَتَطْمَعُونَ أَن يُؤْمِنُواْ لَكُمْ وَقَدْ كَانَ فَرِيقٌ مِّنْهُمْ يَسْمَعُونَ كَلاَمَ اللّهِ ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُ مِن بَعْدِ مَا عَقَلُوهُ وَهُمْ يَعْلَمُونَ (75)

75- “Size imam edeceklerini umuyor musunuz? Oysa onlardan bir takımı Allah'ın sözünü işitiyor, ona akılları yattıktan sonra, bile bile onu tahrif ediyorlardı. ”

Mesajlar ve Nükteler

1- İnsanların iman etmesini beklemek ve ilgi duymak iyidir. Ama bütün insanlar bu başarıyı elde edemezler.

2- Suçlu cahiller tehdit edilmektedir; suçsuz/habersiz cahiller değil. “Akılları yattıktan sonra”

3- Bütün Yahudiler tahrif ehli değillerdi. “Bir takımı”

4- Günahkar halkın islah olacağı ümidini taşıyın, ama sapık bilginlerin düzeleceğini beklemeyin. “ona akılları yattıktan sonra, bile bile onu tahrif ediyorlardı. ”

وَإِذَا لَقُواْ الَّذِينَ آمَنُواْ قَالُواْ آمَنَّا وَإِذَا خَلاَ بَعْضُهُمْ إِلَىَ بَعْضٍ قَالُواْ أَتُحَدِّثُونَهُم بِمَا فَتَحَ اللّهُ عَلَيْكُمْ لِيُحَآجُّوكُم بِهِ عِندَ رَبِّكُمْ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ (76)

76- “İman edenlerle karşılaştıkları zaman, “iman ettik” derlerdi; birbirleriyle yalnız kaldıklarında, “Rabbinizin katında size karşı hüccet göstersinler diye mi Allah'ın (Peygamberin sıfatları hakkında) size açıkladığını onlara anlatıyorsunuz? Bunu akıl etmiyor musunuz?” Derlerdi. ”

Tefsir

İsrail oğullarından bazısı Müslümanlarla karşılaşınca onlara şöyle diyorlardı: Hz. Muhammed’in sıfatları bizim Tevrat’ta da yer aldığı için iman ettik. ” Ama baş başa kaldıklarında birbirlerini kınıyor, şöyle diyorlardı: “Neden Muhammed (s.a.a)’in sıfatlarının Tevrat’ta da yer aldığını Müslümanlara söylüyorsunuz? Eğer Tevrat’ta olanları onlara haber verecek olursanız kıyamette bunu aleyhinize kullanacaklardır. ”

Mesajlar ve Nükteler

1- İnsan gerçeği öğrendiğinde ona uyması gerekir. Başkalarının korkutmaları ve tehditleri veya o bu makamın etkisiyle hakikati görmezlikten gelmemelidir.

2- Hakikati gizlemek en kötü günahtır. Zira o gün bilginler hakikati gizlemeselerdi, bu gün bu kadar Yahudi ve Hıristiyan olmazdı.

3- Bazı akılsızlara göre nifak, hakikatleri gizlemek, konumunu korumak ve yersiz bağnazlık aklın ve akıllıca hareket etmenin göstergesidir. “Bunu akıl etmiyor musunuz?”

 

77أَوَلاَ يَعْلَمُونَ أَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ

77- “Gizlediklerini de, açıkladıklarını da Allah'ın bildiğini bilmiyorlar mı?”

Mesajlar ve Nükteler

1- Allah her şeyi biliyor, o zaman hakkı gizlemek de niçin?

وَمِنْهُمْ أُمِّيُّونَ لاَ يَعْلَمُونَ الْكِتَابَ إِلاَّ أَمَانِيَّ وَإِنْ هُمْ إِلاَّ يَظُنُّونَ (78)

78. Onların bir kısmı ümmi idiler. Kitabı bilmezlerdi; bildikleri sadece bir takım yalan ve kuruntulardı. Onlar ancak zan içindedirler.

Tefsir

Bu ayette de İsrailoğulları’ndan başka bir grup tanıtılmaktadır. Bu grup önceki grubun (ki bilginlerdi Peygamberin Tevrat’taki özelliklerinin bildikleri halde saklıyorlardı. ) aksine sıradan insanlardı. Semavi kitaptan habersiz idiler ve arzu hayal ve kuruntularla yaşıyorlardı. Onlar hayali kuruntularıyla Yahudilerin üstün ırk olduğunu, Allah’ın sevgilisi ve çocukları olduklarını, cehenneme gitmeyeceklerini, eğer bir suçları varsa da sadece birkaç gün ceza göreceklerini söylüyorlardı. Bu grup hayalleriyle yaşarken alimleri de tahrif ve sapıklıklar içinde yüzüyorlardı.

Mesajlar ve Nükteler

1- Müsait ortamda ilim, kitap ve öğretmenin var olduğu bir yerde ümmi olmak eksikliktir.

2- İlim, yersiz arzuların ve kuruntuların kurtuluş yoludur. Cehalet ise bu kuruntuların geliştiği ortamdır.

3- Kuruntular ve beklentiler ilim üzere olmalıdır; hayali değil.

4- İnançlarda zan ve hayale uymak yasaktır. “Onlar ancak zan içindedirler. ”

Ayrıca bilmemiz gerekir ki hayali arzular ve kuruntular şeytani bir hiledir. Nisa Bakara ve Maide surelerinde bu kuruntulardan örnekler zikredilmiştir. [4] Onlar asla cehennem ateşine girmeyeceklerini, Yahudi veya Hıristiyanlardan başka kimsenin cennete girmeyeceğini ve Yahudilerden başka hiç kimsenin doğru yol üzere olmadığını söylüyorlardı.

فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ يَكْتُبُونَ الْكِتَابَ بِأَيْدِيهِمْ ثُمَّ يَقُولُونَ هَـذَا مِنْ عِندِ اللّهِ لِيَشْتَرُواْ بِهِ ثَمَناً قَلِيلاً فَوَيْلٌ لَّهُم مِّمَّا كَتَبَتْ أَيْدِيهِمْ وَوَيْلٌ لَّهُمْ مِّمَّا يَكْسِبُونَ (79)

79- “Vay Kitabı elleriyle yazıp, sonra da onu az bir değere satmak için, “Bu Allah katındandır” diyenlere! Vay ellerinin yazdıklarına! Vay kazandıklarına!”

Mesajlar ve Nükteler

1- Kur’an’da üç defa “veylün” (vay) kelimesinin kullanıldığı tek ayet budur. Bu ayette de dünyaperest alimlerin ve bilginlerin tehlikesi söz konusu edilmiştir.

2- Bidat din çıkarmak, din ticareti ve halkı sömürmek kötü alimlerden halka gelebilecek en büyük tehlikelerdir.

3- Bidat ve iftiranın nedenlerinden biri dünyalık elde etmektir. “onu az bir değere... ”

4- Din uydurma, tarihin sürekli en büyük tehlikelerinden biri olmuştur. “elleriyle yazıp”

5- En kötü gelir din uydurma ve din satmadan elde edilen gelirdir. “Vay kazandıklarına!”

6- Tahrifçi, zehirli ve tehlikeli kalemlere, kitaplara ve makalelere dikkat ediniz. Her alime güvenmeyiniz.

7- Halk fıtratı gereği dine eğilimlidir. Halkın bu fıtri aşkını kötüye kullanan hainler kendi sözlerini din ve mezhep adı altında halka takdim ederler. “Bu Allah katındandır”

8- En şiddetli azap halkın tefekkür ve inançlarına ihanet eden kimseler içindir. (üç defa “vay”kelimesi kullanılmıştır. )

9- Tarihte bir bidat vesilesiyle oluşan sapıklığın bütün günahları o bidatı çıkaran insanın boynunadır. (“kazandıkları”kelimesi sürekliliğe delalet etmektedir. )

وَقَالُواْ لَن تَمَسَّنَا النَّارُ إِلاَّ أَيَّاماً مَّعْدُودَةً قُلْ أَتَّخَذْتُمْ عِندَ اللّهِ عَهْدًا فَلَن يُخْلِفَ اللّهُ عَهْدَهُ أَمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ (80)

80-“Ateş bize sadece sayılı bir kaç gün değecektir”, derler; sor, “Allah katından siz söz mü aldınız?”, Eğer öyle ise Allah sözünden caymayacaktır” Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?”

Tefsir

Onların sapık inançlarından biri de şöyle demeleriydi: “Eğer farzen biz Yahudiler günahkar bile olsak cezamız diğerlerinden çok azdır, birkaç gün dışında asla ateşte kalmayacağız. Biz diğerlerinden üstünüz. ” Allah da bu ayette onların bu düşünce tarzının batıl olduğunu ortaya koymaktadır.

Mesajlar ve Nükteler

1- Üstünlük taslamak, ırkçılık, kendini aldatmak ve hayalcilik yasaktır.

2- Üstünlük taslamak Yahudilerin en büyük özelliklerinden biridir.

3- Bütün insanlar kanun karşısında eşittir. Allah hiçbir özel kavmin kurtulacağını vad etmemiştir.

4- Amelsiz arzu ve istek yasaktır.

5- Bilmeden Allah’a uygunsuz isnadlarda bulunmayın.

بَلَى مَن كَسَبَ سَيِّئَةً وَأَحَاطَتْ بِهِ خَطِيـئَتُهُ فَأُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ (81)

81- “Hayır öyle değil; kötülük işleyip suçu kendisini kuşatmış olan kimseler; cehennemlikler işte onlardır. Onlar orada temellidirler. ”

Tefsir

Yahudilerin diğer insanlardan farklı ceza göreceklerine inanmaları karşısında bu ayet açıkça şöyle buyurmaktadır: “Bütün insanlar kanun karşısında eşittir. Günahlar içinde boğulup tövbe etmeden ölen herkes temelli ateşte kalacaktır. ”

Mesajlar ve Nükteler

1- Hayali arzu ve temennilere kesin karşı çıkınız. Hayır öyle değil. ”

2- Herkes kanun karşısında eşittir. Cezalar ve mükafatlar insanların arzusuna bağlı değildir; bizzat amellerle ilgilidir. “işleyen, kazanan”

3- Sadece bilerek ve irade üzere yapılan günahların cezası vardır; zorla yapılanların değil. “işleyen, kazanan”

4- Günahkar insan fayda ve nasiplenme hayaliyle günah işlemektedir. “işleyen, kazanan”

5- Her günahın öyle bir takım etkileri, sonuçları ve kapsama alanı vardır ki bazen insanı içine çekmekte ve boğmaktadır. “kuşatmış olan”

6- Günahkarlık melekesi/yetisi insanın ebedi olarak ateşte kalmasına sebep olmaktadır.

7- İnsan fıtratı gereği temizdir. Günahlar ve hatalar insanı ihata eden ve özünü değiştiren ilinekler/belirtilerdir.

وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ أُولَـئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ (82)

82. İnanıp yararlı işler yapan kimseler cennetlik olanlardır, onlar da orada temellidirler.

Mesajlar ve Nükteler

1- Tehdidin yanında müjde de lazımdır.

2- İman amelden ayrı değildir.

3- Cennete girmenin yeri amel ve imandır; hayal, ırk ve arzular değil. Cennet ehli sadece iman ve amel sahibi kimselerdir. “Onlar oradadırlar. ”

4- Bir tek salih amel yeterli değildir. Tüm ameller salih olmalıdır. “salihat”

وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ لاَ تَعْبُدُونَ إِلاَّ اللّهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَاناً وَذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَقُولُواْ لِلنَّاسِ حُسْناً وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ إِلاَّ قَلِيلاً مِّنكُمْ وَأَنتُم مِّعْرِضُونَ (83)

83- “İsrailoğullar’ından, “Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, anne babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere iyilik edin, insanlarla güzel konuşun, namazı kılın, zekâtı verin” diye söz almıştık. Sonra siz pek azınız müstesna, döndünüz. Sizler zaten döneksiniz. ”

Mesajlar ve Nükteler

1- Allah akıl fıtrat ve peygamberler vasıtasıyla insanlarla sözleşmektedir.

2- Tevhit bütün peygamberlerin mektebinin temel ilkesidir. (Bütün işler ilahi renk taşıdığı ve tevhide dayandığı taktirde insanın saadetine neden olmaktadır. )

3- Kur’an’da defalarca tevhidin yanında valideyne ihsan zikredilmiştir.

4- Allah’a inanmak valideyne, yetimlere ve düşkünlere ihsanda bulunmak zekat vermek, insanlarla güzel geçinmek ve namaz kılmak İslam toplumunun en açık özelliklerindendir.

5- Sadece Müslümanlar ve müminlerle değil bütün insanlarla iyi geçinmek gerekir. “İnsanlara güzel konuşun”

6- Hakların dereceleri vardır. Önce Allah’ın hakkı, sonra valideynin, sonra yakınların, sonra yetimlerin, sonra da düşkünlerin.

7- Tüm dinlerin temeli birdir.

8- Bütün itikadi, ahlaki ve fıkhi hükümler insan ile Allah arasında bir sözleşmedir.

9- İhsan en kapsamlı ve en geniş bir kavramdır; fakirlik durumunda mali ihsan, zenginlik durumunda da ruhi ihsan…

10- Zekatın yanı sıra fakirlere ve yetimlere ihsan etmek de gerekir.

11- Önce yakınlar, sonra diğerleri. “yakınlara” Elbette yakınlar arasında da evleviyet ve öncelik hakkı geçerlidir. “yakınların bazısı bazısından evladır. ”

12- İhsan, edep ve minnet olmadığı taktirde (söz güzelliği ile birlikte amel güzelliği) değerlidir. “insanlara güzel söyleyin. ”

13- Bütün insanlara ihsan edilemese de güzel söz söylemek mümkündür. “insanlara güzel söyleyin. ”

14- Allah ile ilişki insanlarla ilişki içinde gizlidir. “insanlara güzel söyleyin, namaz kılın ve zekat verin. ”

15- Valideynin bir ömür sana ihsan etti. Şimdi de sen ihsan et. “ihsanın karşılığı sadece ihsandır. ”

16- Yetimlere ihsan; terbiye, talim ve haklarının korunması gibi yönleri de kapsamaktadır.

وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ لاَ تَسْفِكُونَ دِمَاءكُمْ وَلاَ تُخْرِجُونَ أَنفُسَكُم مِّن دِيَارِكُمْ ثُمَّ أَقْرَرْتُمْ وَأَنتُمْ تَشْهَدُونَ (84)

84. Kanınızı dökmeyin, birbirinizi yurdunuzdan sürmeyin diye sizden söz almıştık, sonra bunu böylece kabul etmiştiniz, buna siz şahitsiniz.

Tefsir

Belki de İsrailoğulları’ndan söz almaktan maksat Maide/32. ayette yer alan insanların kanına saygı göstermek ile ilgilidir. Mezkur ayette şöyle buyurulmaktadır: “Bunun için İsrailoğulları’na şöyle yazdık: “Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diriltirse (ölümden kurtarırsa) bütün insanları diriltmiş gibi olur. ”

Mesajlar ve Nükteler

1- Önemli işlerin önemini vurgulamak için sadece emir ve tavsiye yeterli değildir. Söz ve misak da gereklidir.

2- Can ve vatan güvenliği bütün dinlerde vardır.

3- Hayat hakkı her insanın ilk hakkıdır ve öldürmek büyük günahlardandır. Nisa/93. ayette şöyle buyurulmaktadır. “Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. ”Hakeza Maide suresi 32. ayette şöyle buyurulmaktadır: “Bunun için İsrailoğulları’na şöyle yazdık: “Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. ” Bir hadiste de şöyle yer almıştır: “öldürülenin bütün günahları öldürenin boynunadır. ” Hakeza “Eğer göklerin ve yerin ehli birini öldürmede ortak olursa hepsi cehenneme gider. ”

4- Vatan sevgisi doğal ve fıtri bir haktır; bu hakkı çiğnemek apaçık zulümdür. “birbirinizi yurdunuzdan sürmeyin”[5]

5- “Dimaekum” ve “enfusekum” kelimelerinden anlaşıldığı üzere birini öldürmek veya sürmek bizzat insanın kendisini öldürmesi veya sürmesidir. Toplum fertlerinin damarlarında olan kanlar hakikatte insanın kendi kanıdır.

“İnsanoğlu birbirinin azasıdır.

Ki yaratılışta bir özdendir. ”

6- Kendi uyanık vicdanlarınızdan yardım alınız. “sonra bunu böylece kabul etmiştiniz, buna siz şahitsiniz. ”

7- Peygamber zamanındaki Yahudileri kınamak atalarının yaptığı sebebiyledir. Her kim geçmiş veya gelecekteki bir şahıs veya kavmin amellerinden razı olursa onlara ortak sayılır.

ثُمَّ أَنتُمْ هَـؤُلاء تَقْتُلُونَ أَنفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَرِيقاً مِّنكُم مِّن دِيَارِهِمْ تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِم بِالإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَإِن يَأتُوكُمْ أُسَارَى تُفَادُوهُمْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ إِخْرَاجُهُمْ أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ فَمَا جَزَاء مَن يَفْعَلُ ذَلِكَ مِنكُمْ إِلاَّ خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَى أَشَدِّ الْعَذَابِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ (85)

85- “Sonra siz, birbirinizi öldüren, aranızdan bir takımı memleketlerinden süren, onlara karşı günah ve düşmanlıkta birleşen, onları çıkarmak haramken size esir olarak geldiklerinde fidyelerini vermeye kalkan kimselersiniz. Kitab’ın bir kısmına iman edip, bir kısmını küfür mü ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır. Ahiret gününde de azabın en şiddetlisine onlar uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir. ”

Tefsir

Bir çok hatırlatmadan sonra Allah bu ayette yeniden bu konuda söz verdikleri halde birbirini öldürdükleri ve sürdükleri için kınamaktadır. Halbuki onlar merhamet, aile bağları ve düşkünlere yardım esası üzere kurulu tevhidi bir toplum kurmakla görevliydi. Ama onlar bunun yerine günah ve düşmanlık üzere yardımlaştılar. Toplumda karışıklık, tefrika ve kan dökmeyi yaygınlaştırdılar. Onların yardımıyla müşrik yöneticiler cinayet ve sürgünlere baş vurdu. Lakin ilginçtir Tevrat hükmü gereği bu savaşlarda esir düşenleri de fidye vererek kurtarıyorlardı. Ama Tevrat’ta yer alan öldürme ve sürgünün haram olduğuna dair hükme itaat etmiyorlardı. Birbirini öldürüyor, ama birbirinin esiri olmayı kabul etmiyorlardı. Halbuki esaret kötüyse öldürmek ondan daha kötüdür. Fidye verip esiri kurtarmak Tevrat’ın hükmüyse, öldürme ve sürgün etmenin haram olması da Tevrat’ın hükmüdür. Dolayısıyla onlar gerçekte Allah’ın emrine itaat etmiyorlardı. Onlar kendi arzu ve isteklerine uyduğu taktirde Allah’ın hükmünü kabul ediyor, uymadığı taktirde de çiğniyorlardı.

Mesajlar ve Nükteler

1- Kur’an birbirini öldürmeyi nefsin öldürülmesi olarak kabul etmektedir. Bununla başkalarını öldürmenin insanın kendisini öldürmesi demek olduğunu ve bir toplumun fertlerinin birbirlerinin azası olduğunu hatırlatmaktadır.

2- Günah ve tecavüzde yardımlaşmak haramdır. Bir rivayette şöyle ter almıştır: “Her kim bir zalime zulmünde yardım ederse Cehennemde Firavun’un veziri Harun’a arkadaş olacaktır. ” Başka bir rivayette de şöyle yer almıştır: “Zalime hokka ve kalem hazırlamak bile caiz değildir. ” İmam Kazım (a.s) da zengin Müslümanlardan birine şöyle buyurmuştur: “Hac ziyareti için bile olsa Harun rejimine develeri kiraya vermek caiz değildir. ”[6]

3- Kur’an bazı emirlere itaat eden, diğer bazılarına da isyan edenleri kınayarak şöyle demektedir: “Neden bazısına iman ediyor, bazısına ise küfrediyorsunuz?” Böylece amelin imanın kendisi olduğunu, dolayısıyla amel etmeyenin iman sahibi olamayacağını beyan etmektedir.

4- Gerçek iman, ilahi hükümlerin insanın isteklerine aykırı olduğu yerde itaatinden ortaya çıkmaktadır. Yoksa ilahi hükümlerin insanın arzu ve istekleriyle örtüştüğü yerde gerçek iman asla anlaşılmaz.

5- Bazı ayetleri inkar gerçekte tüm ayetleri inkar etmektir. Dolayısıyla bazı ayetlerle amel etmeyenlerin cezası da dünya ve ahirette rezil rüsva olmaktır.

6- Kur’an bazılarının nasıl olur da ilahi hükümlerin bir kısmına iman ettiği ve bir kısmını da inkar ettiği noktasında bizleri uyarmaktadır.

7- Ferdi hükümlerle amel eden, ama toplumsal meselelere karşı lakayt davranan kimseler dünya ve ahirette rezil olacaklardır. Zira maalesef bazı cahiller namaz ve oruç hakkında dikkatli oldukları kadar, devlet ve idareciler hakkında dikkatli değillerdir. Allah bizim şahsi durumumuzdan gafil olmadığı gibi, toplumun meselelerinden de gafil değildir.

أُولَـئِكَ الَّذِينَ اشْتَرَوُاْ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا بِالآَخِرَةِ فَلاَ يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلاَ هُمْ يُنصَرُونَ (86)

86- “Onlar ahiret karşılığında dünya hayatını satın alan kimselerdir, bu yüzden azapları hafifletilmez, onlar yardım da görmezler. ”

Tefsir

Bu ayet onca ahdi bozmaların, katliamların ve bazı ayetlerle amel etmemenin cezasını beyan etmektedir. Zira onlar dünyevi yaşam peşindedirler, kendi menfaatlerin temin eden kanunlara bağlıdırlar. Kendi dünyevi menfaatlerine zarar veren hükümlere karşı itinasızdırlar. Dolayısıyla Allah asla bu refah düşkünü dünyaperestlerin cezasını indirmez, onlar her ne kadar azab edilmeyeceklerini veya en azından sadece sayılı günler cezalandırılacaklarını söylese de sonuçta diğer suçlular gibi yaptıklarından ötürü cezalandırılacaklar ve kendilerine asla yardım edilmeyecektir.

Mesajlar ve Nükteler

1- İnsan özgürdür ve seçim hakkına sahiptir. Kur’an bir çok ayete bazı insanların ahiretlerini satıp dünyayı aldıklarını veya hidayete karşılık dalaleti satın aldığını ifade etmektedir. Bütün bunlar da insanın özgürlük ve seçim hakkına sahip olduğunu ortaya koymaktadır. İnsan her türlü ticaretinde düşünmekte, mukayese etmekte ve seçimini yapmaktadır.

2- İlahi kanun karşısında herkes eşittir. İsrailoğulları’nın kendilerini üstün görmesi ve Allah’ın dostları olduğunu kabul etmesi boş bir iddiadır. Küfür ve inatçılık yolunda yürüyen hiçbir insan Allah’ın gazabından müstesna değildir.

Ayetullah Muhsin Kıraati

------------------------------

[1] Durr’ul-Mansur. S. 1, s. 78

[2] Tefsir-u Nur’is-Sekaleyn c. 1, s. 88

[3] İsra suresi, 82. ayet

[4] Nisa suresi, 80-120. ayet, Bakara suresi, 109. ayet, Maide suresi, 21. ayet

[5] Tağutlar ise kendi hakimiyetlerini güçlendirmek için kendileri için saraylar villalar inşa ederken halkı evinden yurdundan etmekte, işkence yapmakta ve değerlerini çiğnemektedir. Halbuki alacaklı bir insan borçluyu evini satmaya bile zorlayamaz. Hata eğer birisi camide bir yere oturursa başka birisi orada namaz kılamaz. Her kim iş, ibadet veya çiftçilik için bir yeri önce alırsa öncelik hakkına sahiptir. Başkaları onu rahatsız edemez.

[6] Etyeb’ul-Beyan Tefsiri, ilgili ayetin tefsirinde.

İran'da Hz. İmam Rıza'nın (a.s) mübarek kabirlerinin bulunduğu Meşhed şehri 2017 yılı için kültür başkenti seçildi.
 
 
İran İrşad ve Kültür Bakanı, 2017 yılı için İran'ın kutsal Meşhed kentinin İslam aleminin kültür başkenti olarak ilan edilmesinin İran İslam Cumhuriyeti açısından altın bir fırsat  olduğunu bildirdi.

İRNA'nın verdiği habere göre dün İslam dünyasının kültür başkenti, siyaset belirleme konseyi üyeleri oturumunda konuşan İran İrşad ve Kültür Bakanı Ali Cenneti, İran İslam Cumhuriyetinin bu fırsattan yararlanması ve kendi medeniyet ve kültürünün boyutlarını tüm dünyaya tanıtması gerektiğini söyledi.

İsfahan kentinin de 2006 yılında İslam aleminin kültür başkenti olarak seçildiğini hatırlatan Cenneti, şimdiye kadar İslam aleminin kültür başkentliğine ev sahipliği yapan ülke ve şehirlerin bu konudaki tecrübelerinden yararlanmak gerektiğini bildirdi.

Ehli Beyt İmamlarının sekizincisinin mübarek türbesinin yer aldığı ve İslam aleminin büyük ilgisini toplayan, her yıl yerli ve yabancı 30 milyon'un üzerinde ziyaretçinin ziyaret ettiği Meşhed kenti İran'ın kuzey doğusunda yer almakta ve Horasan eyaletinin merkezidir.

turkish.irib

Devrim Muhafızları Ordusu komutan vekili Tuğgeneral Hüseyin Selami, İran’da ordu ve İslam İnkılabı muhafızlarının, dünya güçleri seviyesinde birbirini tamamlayan iki güçlü birimler olduğunu söyledi.


Mehr Haber Ajansı’nın İran Devlet Televizyonundan aktardığı habere göre, İran İslam İnkılabı Devrim Muhafızları Ordusu komutan yardımcısı  Kanal1’de katıldığı bir programda,  18 Nisan ordu gününü tebrik ederken, rahmetli İmam Humeyni’nin ordunun korunması ve İslam inkılabından sonra devrim muhafızları ordusunun  kurulması konusundaki girişimini, onun geleceğe bakışı ve düşüncesi boyutunu gözler önüne serdiğini belirtti.

Tuğgeneral Selami, Suudi rejiminin Yemen’e yönelik saldırısına da temas ederek,  Suudi rejiminin İran İslam Cumhuriyetinin inançları ve manevi nüfuzu zannıyla ve Arap dünyasına sulta kurmak amacını güderek Yemen’e yönelik  tehlikeli bir girişimde bulunduğunu söyledi.

Tuğgeneral Selami,  alınan bilgilere göre, Yemen’e yönelik Arabistan saldırısından yalnızca 6 saat önce oluşturulan sözde koalisyonun bu saldırıdan haberdar edildiklerini belirterek, Suudilerin Mısır ordusunu kendi kontrollerine geçirmeye  çalıştıklarını ancak bunun gerçekleşmesi durumunda bu meselenin Mısır ordusunun rezil ve rüsva olmasına neden olacağını söyledi.

İslam İnkılabı Muhafızları Ordusu komutan vekili general Tuğgeneral Hüseyin Selami, İran’ın askeri tesislerinin  Batılılar tarafından incelenmesine dair Amerika’nın İsviçre bildirisiyle ilgili gündeme getirdiği ‘facht shit’ konusuna da temas ederek;  bu konunun İran açısından son derece önemli  olduğunu zira İran İslam Cumhuriyeti’nin sıradan askeri  tesislerinin  bile batılılar tarafından  incelenmesine izin vermeyeceği gerçeğinin bilinmesi gereğine vurgu yaptı ve ‘İran’ın kendi güvenlik alanlarına düşmanların girmesine asla müsaade edemeyiz” dedi.

Hüseyin Selami, İran’la ilgili olarak  askeri seçeneğin masa üstünde olduğuna dair  bir soruya verdiği cevapta da; İran’ın büyük güçlerle  meydanlarla karşı karşıya geldiğini ve bu konuda  yeterince tecrübe edindiklerini belirterek, ”şu bilinmelidir ki, İran’a karşı bu gibi dille konuşulması halinde her şey başladığı yere döner” dedi.

İran İslam Cumhurieyeti ve Azerbaycan Cumhuriyeti arasında savunma alanındaki işbirliği geliştirilecek.
 

 Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, İran İslam Cumhuriyeti Savunma Bakanı General Hüseyn Dehgan gittiği Bakü’de Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile gerçekleştirdiği görüşmede, iki ülke arasında savunma ve güvenlik alanlarında daha sıkı işbirliğine gidilmesine vurgu yapıldı.

İran Savunma Bakanı Aliyev ile bir araya geldiği görüşmede, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin İran için önemine dikkat çekerek, “İki ülke de ortak jeopolotiğe sahipler ve ortak manfaat ve tehlikelerle karşı karşıyalar ve bu nedenden dolayı da tüm alanlarda ikili ilişkileri geliştirme yoluna gitmeliler” diye konuştu.

Bu görüşmede ayrıca Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ise General Dehgan’ı Bakü’de ağırlamaktan duyduğu memnuniyeti dile getirerek, “İran’ın istikrarı, güvenliği ve kalkınmasını Azerbaycan’ın güvenliği ve kalkınması olarak görüyoruz ve bu ziyaretin ise Tahran ve Bakü arasındaki savunma ve askeri işbirliğinin geliştirilmesinde yararlı olmasını umuyorum”dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz’e göre, İran ve Türkiye’nin bölgede ceryan eden değişik problem ve krizlerin kalıcı bir çözüme kavuşturulması için birbirine ihtiyacı var ve beraber çalışmalı.

 

Mehr Haber Ajansı muhabirinin haberine göre, İran ve Türkiye, Suriye krizinin başladığından beri görüş ayrılığı yaşamakta ve değişik çözüm önerileri sonmaktalar. Ama ilginç olan ise Suriye, Irak ve son dönemde ise Yemen konusunda görüş ayrılığına düşseler de, İran ve Türkiye bu olayların  iki ülke arasındaki ikili ilişkilere zarar vermesini büyük oranda önlediler ve bu da İran ve Türkiye arasındaki ikili ilişkilerin ne kadar derin ve stratejik olduğunu göstermekte.

Bu konuları ve diğer taraftan ise Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 6 Nisan Tahran ziyaretini ve yaklaşan genel seçimleri, Cumhuriyet Halk Partisi’nin İstanbul  TBMM Milletvekili ve ayrıca İran-Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubu Genel Sekreteri Sayın Ali Özgündüz’e sorduk.

Özgündüz ile gerçekleştirilen demeç aşağıdaki gibidir:

Sayın Özgündüz son yıllarda İran ve Türkiye arasında bazı bölgesel konularda görüş ayrılığı yaşanmakta ve kuşkusuz bunların başında ise Suriye krizi gelmekte, sizce bunun nedeni ne olabilir?

Bildiğiniz gibi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti 2012 yılından beri  özellikle Suriye politikası nedeniyle İran Islam Cumhuriyetiyle ilişkilerde farklı bir yol izlemektedir.Akp Suriye meselesinde Beşar Esad'ı devirip yerine Müslüman kardeşleri iktidar yapmak istediği için her türlü radikal vahhabi ve selefi terör gruplarına destek verdi.Bu destek sadece sınırları kullandırmak olmayıp silah,lojistik ve istihbarat desteğine kadar vardı.Bu konularda bugün ülkemizde devam eden davalarda bulunmaktadır,örneğin Adana'da durdurulan MİT tırlarında silah bulunduğu artık gizli olmayıp devam eden bir mahkemede olay tüm çıplaklığıyla gözler önüne serildi.

AKP nin sadece Suriye politikası değil aynı zamanda Nuri el-Maliki nin başbakanı olduğu Irak merkezi Hükümeti'yle de ilişkileri bozuktu  ve merkezi hükümet yerine Irak Kürt yönetimi yani Barzani'yle ilişki kurup kuzey Irak petrolünün satışı yönünde adımlar attı.Bütün bunların sebebi aslında irana karşı oluşturulmak istenen 'sunni ittifak' hedefiyle ilgilidir.O kadar ki son zamanlarda Recep Tayyip Erdoğan ve Davutoğlu açıktan iranı suçlayıcı beyanlarda bulundular,hatta Erdoğan 'Suriyedeki kanlı rejimi destekleyenler nasıl Müslüman olur' gibi iranı tekfir edici sözler söyledi!.

Irana karşı bu söylemler sadece  iç politika malzemesi değil aynı zamanda 'sünni arap' devletlerine de mesaj niteliği taşıyordu.

Efendim Sayın Erdoğan’ın 6 Nisan tarihli Tahran ziyaretini ve bunun ikili ilişkilerde ve bölgesel gelişmelerdeki etkisini nasıl yorumluyorsunuzdur?

En son Suud kralı Selman'ın daveti üzerine Riyada giden Erdoğan ülkeye döndükten yaklaşık 10 gün sonra Suudi Arabistan öncülüğünde oluşan ve Yemen'e müdahale eden Arap silahlı gücüne destek vereceğimizi açıkladı ve bu açıklamadan bir hafta sonra da irana resmi ziyaret düzenledi.

Ziyaret öncesi ben endişeliydim çünkü Tahran'da bilinçli bir kriz çıkararak 'sunni bloklaşmayı' güçlendirmek isteyeceğini düşünmüştüm ancak bu arada İran ile 5+1 ülkelerinin nükleer müzakerelerin başarıyla sonuçlanıp anlaşma sağlanması üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan ülkemizde söylediklerinin aksine Tahran'da yaptığı açıklamalarda Suriye konusunda İran ın tezine yaklaşarak 'arabuluculuk' önermesi ve keza Yemen kınusunda da ateşkes için girişimde bulunulması gerektiğini söylemesi bazı gerçekleri gördüğünü göstermesi ve bizim CHP olarak baştan beri savunduğumuz 'komşuların içicilerine saygı ve dostane karşılıklı çıkara dayalı ilişki kurma' anlayışına gelmesi açısından faydalıdır.

 

Iran ve Türkiye’nin yakın gelecekteki ikili ilişkisi nasıl olacak sizce ve ne tür bir seyir izleyebilir?

Türkiye ve İran birbirlerine muhtaç,üniter yapı ve toprak bütünlüğü açısından çıkarları örtüşen iki ülkedir.Allah korusun bu iki ülkenin birbiriyle çatışması her ikimize de zarar vereceği gibi bu işten sadece emperyalist ve siyonist güçler karlı çıkacaktır,bu nedenle Türkiye ve Iranın çıkarları ortaktır.Birbirine gıpta edip yarışmaları da birlikte kalkınma açısından faydalıdır.

1.Cihan savaşında her iki ülkede zarar görmüş ve emperyalistler karlı çıkmıştır,yeniden tarihin tekerrür etmemesi için her iki ülkenin çok dikkatli ve dostane ilişki kurmaları zaruridir.Her devletin rejimi ve mezhebi kendisine,ülkeler arası ilişkiler mezhep eksenli değil karşılıklı çıkar esasına dayalıdır.Umarım Cumhurbaşkanı Erdoğan İran ziyareti sonrası bugüne kadar hükümetin sürdürdüğü mezhep eksenli dış politikadan dönüşe ve her iki ülkenin ortak çıkarları doğrultusunda yeni işbirliğine vesile olur.

Efendim son olarak yaklaşmakta olan 7 Haziran seçimleriyle ilgili tahmin ve yorumunuz ne?

 7 Haziran'da yapılacak seçimlerde HDP'nin %10'luk seçim barajını aşması halinde hiç bir parti tek başına iktidar olamıyor.Yani önümüzdeki dönemde kuvvetle muhtemel koalisyon hükümeti olacak .Ancak Hdp barajı aşamaz ve meclis dışında kalırsa da bu parlamento dört yıl görev yapamaz,bir yıl en geç iki yıl içinde seçim barajı düşürülecek ve erken seçime gidilecek diye düşünüyorum.

Elbette Amerikalılar ve bir takım bölge ülkeleri Afganistan’ın kapasitesinden haberleri yoktur ve iki ülke arasında işbirliği ve gönül birliğinin sağlanmasına da taraftar değiller. Fakat İran kendi komşusu Afganistan’ın güvenlik ve kalkınmasını kendi güvenlik ve kalkınması olarak kabul ediyor”


İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamaney Afganistan Cumhurbaşkanı Muhammed eşref Gani’yi kabulünde, iki ülke arasındaki sayısız kültürel ve tarihi bağlar ve ortaklıklara temasla, İslami Maarif ve Farsça dilinin yayılması ve gelişmesinde Afganistan âlimleri ve edebiyatçılarının rolünün çok önemli olduğunu bildirerek, Afganistan’ın zengin insani ve kültürel kaynaklara sahip olmanın yanı sıra zengin doğal kaynaklara da sahip olduğunu ve tüm bu kapasite ve ortak yönlerin iki ülke işbirliği seviyesinin yükseltilmesi amacıyla kullanılması gerektiğini söyledi.

İran ile Afganistan arasında işbirliği ve gönül birliğinin güçlendirilmesi yönünde irade ve kararlılığın şart olduğunu hatırlatan İslam İnkılabı Rehberi, “Elbette Amerikalılar ve bir takım bölge ülkeleri Afganistan’ın kapasitesinden haberleri yoktur ve iki ülke arasında işbirliği ve gönül birliğinin sağlanmasına da taraftar değiller. Fakat İran kendi komşusu Afganistan’ın güvenlik ve kalkınmasını kendi güvenlik ve kalkınması olarak kabul ediyor” ifadesini kullandı.

İmam Hamaney ayrıca iki ülke arasında işbirliği alanı olarak muhtelif bilimsel, teknoloji, kültürel ve diplomasi alanlarında İran’ın elde ettiği sayısız kazanım ve gelişmelere de değinerek, göçmenler, su, transit ve güvenlik gibi iki ülke arasında var olan mevzuların tümünün ise çözümlenebilir mevzulardan olduklarını ve tüm bu meselelerin tam bir ciddiyet ve bir zamanlama süreci içinde incelenerek çözümlenmesi gerektiğini söyledi.

Afganlı göçmenler meselesinin çözümlenmesinin zaruretini de hatırlatan İslam İnkılâbı Rehberi İmam Hamaney, yüz binlerce Afganlı göçmenin muhtelif kademelerde İran’da eğitim almalarına temasla, Afganistan halkının oldukça yetenekli ve zeki insanlar olduklarını ve bu yeteneğin bilim elde edilmesi hususunda doğru bir şekilde kullanılması gerektiğini, zira Afganistan’ın onarımı için bizzat Afganlı tahsilli insanların ihtiyaç olduğunu söyledi.

Tahran’ın Afganlı kardeşlerin evi olduğunu da belirten İmam Hamaney, komşu devletle kalıcı ve eskiye dayanan ilişki ve dostluğu hatırlatarak, Afganistan halkı ve devletinin iç başarı ve kudretinin her geçen gün daha da artması temennisinde bulundu.

İslami İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin de katıldığı bu görüşmede Afganistan cumhurbaşkanı Muhammed Eşref Gani, Tahran’ı ziyaret etmekten duyduğu mutluluğu belirterek, İran ve Afganistan ülkeleri arasında derin ve eskiye dayanan tarihi ve kültürel bağlara temasla, kendi amaçlarının Afganistan’ı bölgenin bir bağlantı merkezi haline getirmek ve bölgesel ilişkilerdeki dört yol kavşağı olmak gibi geçmiş kimliğini yeniden kazandırmak olduğunu söyledi.

Şu anda İran ve Afganistan’ın ortak fırsat ve tehlikeler ile karşı karşıya olduğunu belirten Gani, kendi siyasi iradelerinin, iki ülke ilişkilerini geliştirmek ve iki ülke arasındaki ortak yönlerin ve müspet hususların güçlendirilmesi için daha fazla çaba harcanması gerektiğini bildirdi.

Afganistan’ın halı hazırda terörizm, uyuşturucu, göçmenler ve sınır bölgesi ortak sular gibi sorunlarla yüz yüze olduğunu belirten Afganistan cumhurbaşkanı Gani, iki ülke arasındaki meselelerin, her iki devletin siyasi iradeleri ve bu ziyareti sırasında hazırlanmış ortak bir zamanlama cetveli uyarınca çözümlenmesini istedi. Uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadelede İran’ın en büyük zararı gördüğünü, çünkü komşu devletlerden hiç birinin uyuşturucu kaçakçılığı meselesini İran gibi ciddiye almadığını ve ona karşı mücadele vermediğini, ancak kendilerinin bu alanda İran’ın yanında yer alarak uyuşturucuyla mücadelede ciddi katkıda bulunmak istediklerini söyledi.

Taşımacılık, yatırım ve kültürel ve ekonomik alanlarda işbirliğinde bulunmak konularında ikili ilişkilerin geliştirilmesi meselesini de hatırlatan Gani, İslam İnkılâbı Rehberine hitaben, “İran, zatı âlinizin akıllıca liderliği sayesinde kendi tarihi kimliğini sağlama almıştır ve bu akıllıca liderlik sayesinde iki ülke arasındaki işbirliğinin gelişmesine de tanık olmayı temenni ederim” ifadesini kullandı.

İslam İnkılabı Rehberi, İran İslam Cumhuriyeti Ordusu mensuplarına hitaben yaptıkları konuşmada, “Tüm Silahlı Kuvvetler askeri ve savunma alanındakı gücünü ve hazırlığını artırsın” diye konuştular.

 

İmam Hamanei İran İslam cumhuriyeti Ordusu komutanları, çalışanları ve ordu şehitleri ailelerinden bir grubu kabulünde yaptığı konuşmada, silahlı kuvvetlerden kendi basiretlerini, dini ve inkılapçı eğilim ve davranışlarını korumalarını ve güçlendirmelerini, müdafaa ve silahlanma gücünü ve yüksek moralini korumalarını isteyerek, İran İslam Cumhuriyetinin asla bölge için ve komşu ülkeler için tehdit olmadığını ve olmayacağını, ama her türlü saldırı karşısında büyük bir kudretle hareket edeceğini söyledi.

“Ordu ve Kara Kuvvetlerinin hamaseti” günün kutlanması münasebetiyle gerçekleşen bu görüşmede, İslam İnkılabı Rehberi ve baş kumandan bugün dolayısıyla tebriklerini bildirerek, İran takvimiyle 29 Ferverdin (18 Nisan) gününün “İran İslam cumhuriyeti Ordu Günü” olarak isimlendirilmesinin, İslam inkılabının ilk günlerinde bir takım akımların orduyu dağıtmaya yönelik girişimleri karşısında rahmetli İmam Humeyni’nin büyük girişimlerinden biri olduğunu hatırlattı ve “Rahmetli İmam Humeyni’nin üstün zekası sayesinde ordu tam iktidar ve gücüyle baki kaldı, inkılapçı bir kuruluş olarak, sekiz yıllık kutsal müdafaa savaşı gibi muhtelif alanlarda üzerine düşeni yaptı ve ülke için iftihar ve hamaset yarattı” dedi.

18 Nisan gününün, ordunun İnkılâp yolundan ayrılmadığını ve halkın amaçları doğrultusunda hareket ettiğinin belirtisi olduğunu belirten Ayetullah Hamanei, İslam cumhuriyeti ordusunun özelliklerinden birinin dini sorumluluk ve kanunlara bağlı kalması olduğunu söyledi.

Zafer veya yenilgi anında dünya ordularının bir çoğunun uluslar arası kanunlara ve insani ilkelere bağlı kalmadığını hatırlatan İslam İnkılâbı Rehberi, bu mevzuunun en belirgin örneğinin, uluslar arası kanunlar ve insani ilkeleri kesinlikle riayet etmeyen ve her türlü cinayete baş vuran başta Amerika olmak üzere dünya güçlerinin davranışları olduğunu belirtti.

Yemen olayları, Gazze savaşı ve Lübnan savaşının uluslar arası kanunlara uyulmadığına dair örnekler olduğunu belirten İmam Hamanei, “İran İslam Cumhuriyeti Silahlı Güçleri her zaman kendi İslami sorumluluk ve kanunlarına bağlıdırlar ve hiçbir zaman zafer anında zulüm ve isyanda bulunmadıkları gibi yenilgi anında da yasak silah ve metotlardan yararlanmamaktadırlar” ifadesini kullandı.

İran İslam cumhuriyetinin nükleer silahlar peşinden gitmeyeceğini açıklamasının işte bu dini bağlılık çerçevesinde olduğunu belirten İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei, konuşmasının devamında İran’ın muhtelif ülkelerin içişlerine müdahale ettiği yolundaki propaganda ve suçlamalara temasla, bu suçlamaların tamamen gerçek dışı olduğunu, çünkü İran’ın ülkelerin meselelerine karışmadığı gibi bundan böyle de karışmayacağını söyledi.

“Biz, sivillere, kadınlara ve çocuklara saldıranlardan nefret ediyoruz ve onların İslam ve insani vicdandan habersiz olduklarına inanıyoruz ama başka ülkelerin meselelerine de müdahalede bulunmuyoruz” diyen Ayetullah Hamanei, İran silahlı kuvvetlerinin, İslami ilkelere ve ilahi kanunlara bağlı kalmasının en açık özelliğinin onların halk içerisindeki popülerliğinden kaynaklandığını hatırlatarak, İran İslam Cumhuriyeti silahlı kuvvetlerinin bir diğer özelliğinin de “و اَعِدّوا لَهُم مَا استَطَعتُم مِن قُوَّه” (Yani: Düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvetler, güçlü ordular ve atlı birlikler, hareket kabiliyeti yüksek birimler hazırlayın.) ayeti kerimesi uyarınca savunma, teçhizat ve silahlanma alanındaki hazırlık konumunu her geçen gün daha da artırması meselesidir.

Silahlı kuvvetlerin askeri ve müdafaa alanındaki ilerleme ve kazanımlarının ülkenin üstün bilimsel ve teknolojik gelişmesi ve başarısı içerisinde örnek olduğunu ve en üstünleri arasında bulunduğunu belirterek, “Bu ilerlemeler ve kazanımlar, eşsiz baskı ve yaptırımların var olduğu ve şiddetli kaynak kıtlığının bulunduğu bir ortamda elde edilmiştir. Bu ise büyük fevkalade bir çalışmadır ve aynen tüm hızıyla sürdürülmesi gerekir” dedi.

İran düşmanlarının, silahlı kuvvetlerin savunma alanındaki bu ilerlemesinden rahatsız olduklarını ve bu süreci engellemeye çalıştıklarını hatırlatan Ayetullah Hamanei, “İşte bunun içindir ki onlar kendi propaganda baskılarının büyük bölümünü bu konuya özellikle de füze ve İHA alanındaki kazanımlara odaklamış bulunmaktadırlar. Fakat rasyonel sahih mantık Kur’an-ı Kerim’in bu ayeti kerimesi uyarınca bizden, bu yolun var güçle sürdürülmesi gerektiğini belirtiyor.

İslam İnkılabı Rehberi konuşmasının devamında Amerikalıların çirkef tehditlerine değinerek, karşı tarafın bir süreliğine sessiz kalması ardından onların yetkililerinden birinin son dönemde yeniden masa üstü seçeneklerinden söz ettiğini, onlar bir yandan bu gibi tehditlerde bulunduklarını ve diğer yandan İran İslam cumhuriyetinin kendi savunma alanındaki gelişmelerini durdurmaları gerektiği gibisinden aptalca laflar ettiklerini söyledi.

“İran İslam cumhuriyeti asla bu aptalca lafı kabul etmeyecek ve İran halkı, bir saldırıya uğraması durumunda büyük bir güçle kendini savunabileceğini, saldırgan karşısında yek vücut ve güçlü bir yumruk gibi duracağını ispatlamıştır” ifadesini kullanan Ayetullah Hamanei sözlerini şöyle sürdürdü: “Savunma bakanlığından ordu ve Sipah’a (İslam İnkılabı Muhafızlar ordusu) kadar tüm kurumlar, kendi askeri, müdafaa hazırlığını, kendi savaş kabiliyet ve moralini her geçen gün daha da artırmalıdır ve bu resmi bir genelge mesabesindedir.”

Ülkenin silahlı kuvvetleri ve bu cümleden ordunun moralinin çok yüksek olduğunu hatırlatan İslam İnkılabı Rehberi, İran İslam cumhuriyeti’nin kendi savunma ve askeri gücünü yükseltmesine rağmen hiçbir zaman kesinlikle bölge ülkeleri ve komşular için bir tehdit olmayacağını söyledi.

Amerikalılar, Avrupalılar ve onların çizgisindeki bazı ülkelerin İran’ın nükleer silah elde etmek istediği yolunda uyduruk öyküler oluşturmalarına ve İslam Cumhuriyetini tehdit göstermek istemelerine temasla, “Bugün dünya ve bölge için en büyük tehdit Amerika ve Siyonist İsrail rejimidir ve hiçbir sınır tanımaksızın, vicdani ve dini kanun ve ilkelere bağlı olmaksızın dilediği her yere müdahalede bulunuyor ve katliam gerçekleştiriyorlar” dedi.

Yemen olaylarını, Amerika ve Batının saldırganları desteklemesinin dünyanın güvensizleştirilmesiyle ilgili bir örnek olduğunu hatırlatan İmam Hamanei, İran İslam cumhuriyetinin, kontrolsüz güçlerin aksine güvenliği en büyük ilahi nimet olarak kabul ettiğini, kendi ve başkalarının güvenliğinin korunması için direndiğini ve müdafaa verdiğini, ülkenin, sınırların ve halkın genel yaşamının güvenliğinin korunmasının askeri ve güvenlik yetkililerinin başlıca görevlerinden olduğunu söyledi.

İslam İnkılabı Rehberinin konuşmasından önce Ordu genel komutanı Tümgeneral Salihi yaptığı konuşmada 18 Nisan ordu günü dolayısıyla tebriklerini bildirerek, İran İslam cumhuriyetinin inkılapçı ve Hizbullahi ordusunun İran’ın mukaddes sınırlarını ve ülkenin stratejik çıkarlarını koruma hususunda tam bir hazırlık içinde olduğunu bildirdi.

Tümgeneral Salihi, silahlı kuvvetlerin uluslar arası denklemlerde anlaşmanın olup olmayacağı konusunda en ufak bir beklenti içinde olmaksızın izzet ve onur seçeneğinden başka bir seçenek tanımadıklarını ve her şartta yeniden ebedi bir hamaset yaratmaya hazır olduğunu söyledi.